KUL HAKKININ ÖNEMİ (1)
04 Kasım 2015, Çarşamba 00:00
İslâm hak ve hakikat dinidir. Hukuk ve adâlet dinidir. Huzurun ta kendisidir. Saadeti İslâm’ın dışında arayan beşeri sistemler, doğruyu yanlış yer ve yanlış zeminde arıyorlar demektir.
Mevlânâ Hazretleri: "Körler pazarında ayna satma, sağırlar diyarında nara atma" diyor. Hastalığı ancak doğru reçete tedavi eder.
Allah Resûlü; "Hak üstündür. Hak ve haklıdan daha üstün bir şey olamaz"([1]) buyurur.
Mazlumun duasının ve bedduasının mutlaka kabul olacağını, ve bu hususta çok dikkatli olunması gerektiğini bildiren Allah ve Resulünün getirdiği sistemi, her birisi kısa zamanlarda iflâs etmeye mahkum olan beşeri sistemlerle kıyas etmek bile mümkün değil.
Beşeri sistemler mazlumun hakkını gasp edip zalimi affetme yetkisini sultanlara, krallara, başkanlara, valilere bütün derdi oy avcılığı olan hükümetlere, kısacası şahıslara ve kurumlara verirken, ilâhî sistemde bu yetkiyi Cenâb-ı Allah bile kullanmıyor, ve buyuruyor ki: "Huzuruma ne kadar büyük günahla gelirseniz gelin, dilersem affederim. Ama sakın kul hakkı ile gelmeyin affetmem".([2])
Bu yetkiyi en sevgili Peygamberine bile vermemiş, halifelere vermemiş ancak hak sahibine yani zulme uğrayana vermiştir. O dilerse affeder.
Peygamberimizin en sevdiği ve kendisine en çok kol-kanat geren ve damadı Hz. Ali’nin babası olan, öz amcası Ebu Talib ölmek üzeredir, ama hâlâ iman etmiş değildir. İmanlı ölmesi, cehennemlik olmaması için Hz. Peygamber Kelime-i şahadet getirmesi hususunda biraz ısrarcı olunca şu mealdeki ayet-i celile gelmiştir:
“(Resûlüm) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. BilâkisAllah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi Obilir”([3]) ancak kendisinin izin ve yetki verdiği nispette bunun mümkün olabileceğini([4]) ortaya koymuştur.
Meselenin önemine binaen Resûl-i Ekrem zaman zaman: “Bende hakkı olan varsa gelsinalsın, kıyamete kalmasın”([5]) diye teklifte bulunmuştur.
Bir defasında Sevad b. Gaziyye adlı sahabi; “benim sizde hakkım var Ya Resûlallah. Bedir savaşında Müslümanların saflarını düzeltiyordunuz. Ben biraz önde olduğum için karnıma okla dokunarak canımı acıttınız. Kısas istiyorum” deyince Peygamberimiz karnını açarak: “buyur kısas uygula” der.
Sevad hemen eğilip O büyük insanın karnını öper ve “Ya Resûlallah belki birazdan şehit olacağım. Benim maksadım son olarak, başkalarının değemediği mübarek karnınıza cildimi değdirmek istedim” deyince Resûlullah ona dua eder.([6])
Şehitlerin bütün günahlarının affedileceğini, ancak kul haklarının hariç olduğunu,([7]) makbul bir hac yapan kişilerin anasından doğduğu günkü gibi, tertemiz olacaklarını, günahlarının affedileceğini müjdelemiş, ama kul hakkı ve borçlarını istisna etmiştir.([8])
Kul hakkının ancak hak sahibi ile hesaplaşmak suretiyle hallolacağını bildirmiş, "Üzerinde kul hakkı olduğu halde hiç kimsenin cennete giremeyeceğini " ([9]) haber vermiştir.
Resûlullah doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybedince, melekler Cenâb-ı Allah'a sorarlar: "Ya Rab gerçi hikmetinden sual edilemez ama, sevgilim dediğin, kâinatı O'nun için yarattım, O'nu âlemlere rahmet olarak gönderdim buyurduğun Peygamberini hem öksüz hem yetim bıraktın. Sebeb-i hikmeti nedir?". Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Üzerinde ana-aba ve kul hakkı olduğu halde huzuruma gelmemesi için"([10])
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Bağdat kadılığını kabul etmeyiş sebeplerinin başında da; "üzerime kul hakkı tereddüb edebilir" korkusunun olduğu bize ulaşan rivayetlerdendir.
Hanefi fıkhında kul hakkı Allah hakkından önce gelir. Hatta büyük zatlardan birine sormuşlar; Cenâb-ı Allah Kâbe’nin içini putlarla doldurup, envai çeşit basitlikler yaparak, kendi yaptıklarına insanların tapmasını isteyen Mekke müşriklerinin değil de, Ebrehe ordusunun başına niye ebabil kuşları ile taş yağdırdı? Cevap: “Mekkelilerin yaptıkları hukukullaha müteallik bir mesele. Ama Ebrehe onların sürülerine, develerine el koymak kesip askerlerine yedirmek suretiyle kul hukukuna tecavüz etti ve gazab-ı İlahiye uğradı” olmuştur.([11])
Rahman ve Rahim sıfatlarının yanında Cenâb-ı Allah’ın Kahhar, Cebbar ve İntikam alıcı sıfatları da vardır. Adaletten ayrılan ve kul hukukuna riayet etmeyen mütecavizler hususunda bunların tecelli edeceğine dair ima ve işaretler vardır.
Dipnotlar:
1- Mecmeu’z-Zevâid, 753 (24257).
2- Müslim, Zikir, 22.
3- Kasas Sûresi, 56.
4- Bakara Sûresi, 255.
5- Zebîdî, “Tecrîd-i Sarîh Terc”. Müterc. Kamil Miras, D.İ.B. Yay. c.7, s.356.
6- Taberi, “Tarihil Ümem vel Mülük”, Kahire c. 2, s. 446.
7- Terğıb, c. 3, s. 2127.
8- Elmalı, c. 3, s. 1667.
9- Buhârî, c. 7, s. 356.
10- İmam Kastalânî, “Mevâhib-i Ledüniyye” Tercü¬mesi, Osmanlıcaya Çeviren Şâir Bâkî, Sadeleştiren, H.Rahmi Yananlı, Divan Yayınları İst. 1983, c. 1, s. 47.
11- M. Ertuğrul Düzdağ, “Ali Ulvi Kurucu, “Hatıralar-3”, s.139.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.