KUL HAKLARI
05 Ocak 2018, Cuma 07:10Hak kulundan intikamın yine kul ile alır
İlm-i ledün bilmeyenler onu kul yaptı sanır
Cümle eşya Hâlık’ındır kul eliyle işlenir
Emr-i Bâri olmayınca sanma ki çöp deprenir.
Bahrî Dede
İslâm’da haklar ikiye ayrılır:
1-Hukukullah: Allah’la kul arasında olan haklar. Allah’a ibadet ve kulluk görevini ifa hususunda olan hatalar, eksikler, kusurlar. Meselâ: Namaz, oruç vb. hususlardaki eksiklerimiz.
2-Hukuk-ı İbad: Kullara karşı olan haklarımız. İnsanların haklarına tecavüz etmiş isek, hatırlarını kırmış, mallarını çalmış, onlara zarar vermiş isek…
Hadis ve Hadis-i Kudsi’lerden anlaşıldığı kadarıyla, ne kadar büyük ve çok olursa olsun, birincilerin affı ve bağışlanması vardır, bunlar üzerinde Peygamberimizin, şehitlerin, evliyaların şefaatleri geçerlidir.
Fakat ne kadar küçük olursa olsun velev ki zerre miktarı olsun ikincinin, yani kul haklarının affı ve bağışlanması yoktur. O, illâ ki hak sahibi ile halledilmesi, helalleşilmesi gerekir. İslâm fıkhında kul hukuku, Allah hukukundan önce gelir. Bunlara delil olan birkaç misal verelim. Bir Hadis-i Kudside Yüce Allah(c.c.) şöyle buyurur:
“Ey Adem oğlu! Senin günahın semanın bulutları kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam seni affederim. Ey Âdemoğlu, sema ile arz arasını dolduracak kadar çok hata ve günahın olsa, sonra bana şirk koşmadan (benden ümit kesmeden) gelirsen seni arz dolusu mağfiret ile karşılarım”.([1])
"Huzuruma ne kadar büyük günahla gelirseniz gelin, dilersem affederim. Ama sakın kul hakkı ile gelmeyin affetmem".([2])
“Ehli Cennetten hiçbirisinin üzerinde kul hakkı olduğu halde Cennete girmesi helâl olmaz”([3])
“Şehidin bütün günahları affedilir, bağışlanır. Fakat kul hakkı ondan da sorulacaktır.”([4])
“Nefsim kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, borçlu birisi Allah yolunda şehit olsa, sonra diriltilip tekrar şehit olsa, daha sonra diriltilip tekrar şehit olsa, borcu ödenmedikçe cennete giremez.”([5])
Kul haklarının önem ve ehemmiyetine binâen Hz. Peygamber sık sık insanlara şöyle teklifte bulunurdu:
“Kimin bende zerre kadar hakkı varsa gelsin alsın, uhrevi âleme kalmasın, çünkü üzerinde zerre kadar kul hakkı olan kişi, onu ödemeden cennete giremez” ([6])
Resûlullah doğmadan önce babasını, altı yaşında da annesini kaybedince, melekler Cenâb-ı Allah(c.c.)'a sorarlar: "Ya Rab gerçi hikmetinden sual edilemez ama, sevgilim dediğin, kâinatı O'nun için yarattım, O'nu âlemlere rahmet olarak gönderdim buyurduğun Peygamberini hem öksüz hem yetim bıraktın. Sebeb-i hikmeti nedir?". Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: "Üzerinde ana-aba ve kul hakkı olduğu halde huzuruma gelmemesi için"([7])
Hz. Peygamber Hayber savaşında elde edilen ve henüz taksim edilmemiş olan kamuya ait ganimetlerden bazı değersiz eşyayı alan, daha sonra da düşman tarafından öldürülen sahabenin büyük günah işlediğini, bu günahtan dolayı şehit olmadığını bildirmiş ve cenaze namazını kılmamıştır.([8])
İmam-ı Azam Ebu Hanife Bağdat kadılığını kabul etmemiş, baskı zorlama görmüş yine kabul etmemiş, zindana atmışlar yine kabul etmemiş ve işkence altında vefat etmiştir. Halifeden sonra ikinci önemli makam olan bu görevi kabul etmeyiş sebebi olarak; "üzerime kul hakkı tereddüb edebilir" korkusunun olduğu bize ulaşan rivayetlerdendir. Şimdi ise hak etmediği, lâyık olmadığı makamlara bile kendini tayin ettirebilmek, yani dünya makamlarından birine yükselebilmek için kilometrelerce alçalan insanları görmek pek kolaydır.
Konya’mızın meşhur ve mağfur hocası Hacıveyiszade Mustafa Efendi’nin çocukları bahçeye marul ekmişler, belediye suyu ile sulayıp yetiştirecekler. Yazın sıcak günlerinde belediye suyunun bazı mahallelere ulaşmadığı, kâfi gelmediği duyulmuş, hoca efendi hemen marulları söktürmüş. Kul hukukuna tecavüz olur diye.([9])
Zalim ve gaddar adamın biri sekerâtü’l mevt halinde (ölüm halinde) oğlanlarını çağırmış, yaptığı küçük kötülükleri ve haksızlıkları dile getirerek bedellerinin ödenmesini, yapılan zulümlerin telâfi edilmesini vasiyet ediyormuş, evlâtlarından biri: “Baba sen bırak bu küçük ve basit haksızlıkları, ciddi olanlarına, mallarını aldığımız, mülklerine el koyduğumuz, hayvanlarını ve mahsullerini gasp ettiğimiz…insanlara gel, onları ne yapacağız?” deyince Adam:
“Onları helâlleşmek paklar” demiş.
Eskiden Arap haramileri Hacca giden yolcuları soyarlar ve öldürürler, öldüreceklerinde de şöyle derlermiş: “Bak ben şimdi seni öldüreceğim. Hac yolunda öldüğün için sen şehit olacaksın ve şefaat etme yetkisine nail olacaksın. Senin şahadetine ben sebep olduğum için beni kıyamette unutmayıp, şefaat ettiğin kişiler arasına katacaksın!” Ne basit bir felsefe. Biz ölçüyü ve tavsiyeyi Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin dilinden verelim:
Cihan bağında ey âşık budur maksud-ı ins ü cin;
Ne kimse senden incinsin ne sen bir kimseden incin!
Gelecek konuklarını nasıl ağırlayacağını kara kara düşünen Bektaşi’nin gözü, Yahudi olan komşusunun keçilerine takılmış. Keçilerden birini çaktırmadan alıp kesmiş. Durumu fark eden Yahudi; "Kadıya gitsem… Kadı da Bektaşi’de Müslüman, ben Yahudi’yim. Davayı kazanamam. Hadi kazandım, Bektaşi’nin nesi var ki, hakkımı alabileyim!... Biz artık Allah’ın huzurunda hesaplaşırız...” düşüncesi ile şikâyetçi olmamış. Gel zaman git zaman her ikisi de ölmüş. Yahudi, ahrette Bektaşi’den davacı olmuş. Mahkeme kurulmuş ve Bektaşi’ye sormuşlar: “Sen Yahudi komşundan habersiz keçisini kesmişsin?” doğrumu? Bektaşi inkar etmiş ve; “ben kesmedim” demiş. Yahudi; “ben gözlerimle gördüm nasıl inkar edersin?” deyince, Bektaşi yine karışmış ve; “Bir mahkemede hem şahit, hem davacı olunmaz” demiş. Bunun üzerine mahkeme reisi; “haklısın ama defterinde günahlarının arasında keçiyi kestiğin yazılı” demişler, Bektaşi bu kez, “Mahkeme hâkimi aynı zamanda şahitlik yapamaz.” diye itiraz etmiş. “doğru yine haklısın; o zaman getirin keçiyi ona soralım” deyince Bektaşi son bir çaba ile çözüm yolu önermiş: “Ne!... Keçi burada mı?... Verin keçiyi o zaman bu Yahudi'ye... Bitsin bu dava!..”
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Da’avat 106 (3534).
2- Ahmet Naim,”Tecrîd- i Sarîh Terc.”, D.İ.B. Yay. Ankara 1983, c.7, 40; Müslim, Zikir, 22.
3- Ahmet Naim, a. g. e. c.7, s.356.
4- Terğîb ve Terhib Tercemesi”, Hikmek Yay. İst. c.3, s.2127.
5- Neseî, Buyu 98.
6- Tecrîd-i Sarîh Terc”. Müterc. Kamil Miras, D.İ.B. Yay. c.7, s.356.
7- Mevahibü’l- Ledüniyye, c. 1, s. 47.
8- Müslim, İman, 48.
9- Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, Mehmet Ali Uz, Konya 2008, s. 54.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.