KULLUĞUN BAŞI ZİKİR SONU ŞÜKÜRDÜR
30 Kasım 2015, Pazartesi 08:51Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- buyurur ki: “Namaz, seni yolun yarısına; oruç, tam Melik’in kapısına iletir. Sadaka ise, Melik’in huzuruna çıkarır.”der.
Cenâb-ı Allah insanoğlunu en güzel bir biçimde(1) kâinatın en şerefli varlığı olarak yaratmış, yeryüzünün halifesi(2) payesini vererek her şeyi, semada ve arzda ne varsa, onun emrine ve hizmetine vermiştir.(3)
Yüce yaratıcımız Cenab-ı Hak, insanı maddi ve manevi nimetleriyle çepeçevre kuşatmış, nefes alış verişimizde bile bize iki nimeti aynı anda yaşamaktadır. Allah Teâlâ’nın insanoğluna lütfettiği maddî ve manevî nimetlerin tespit edilip sayılması mümkün değildir. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ, “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetini sayacak olsanız sayamazsınız. Doğrusu insan çok zalim, çok nankördür”(4) buyurmaktadır.
Mükemmel şekilde hâlkedilen İnsanın yaratılış maksat ve hikmetlerinden en önemlisi, insan olmanın gereklerini yerine getirebilmektir. Bunun en güzel ifade şekillerinden birisi de, Allah’ın verdiği nimetler için hamd ve şükür görevini îfâya çalışmak için gayret etmektir.
Kur’an-ı Kerim’de, “O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur, fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız”(5) buyurulmakta ve Kur’an-ı Kerim’in, kırktan fazla ayetinde, Yaratıcı ile yaratılmışlar arasında hamd ve şükür alâkası bulunduğu belirtilmiştir.
Durum böyle iken, Yüce Allah’ın verdiği nimetlerden yararlanan her insanın vicdanında, bir minnetarlık ve şükran hissinin uyanması ve bu hissin ifadesi olan hamd ve şükür, hem sözle, hem de fiilî olarak yerine getirilmelidir.
Allah Teâlâ bizleri, bu nimetlerin değerini bilmeye, üzerinde düşünmeye ve bunlara karşı şükretmeye şöyle davet etmektedir:
“Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi”(6).“İçtiğiniz suya ne dersiniz? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!”(7)
Şükrün asıl anlamı, bize lütfedilen bütün nimetleri yaradılış gayesine uygun olarak kullanmaktır. “Kulluğun başı zikir, sonu şükür” denmiştir.(8) Bu sebepledir ki, Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’in birçok yerinde şükrü emretmiş “Hatırlayın ki, Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım...”(9) buyurarak şükredenlerin nimetlerini artıracağını bildirmiştir.
Başka bir âyette de Cenab-ı Hak: ?“Eğer iman eder ve şükrederseniz, Allah size ne diye azap etsin?”(10) buyurmuştur. Nitekim Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-, zengin-fakir her mü’mini infâka teşvik eder; bir hurmadan başka bir şeyi olmayan için; “Yarım hurmayla da olsa cehennem ateşinden korununuz, onu da bulamazsanız güzel ve hoş bir söz ile korunun.” diye ümmetini uyarmıştır.(11)
Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- bir defâsında da: “–Ölüp de pişmanlık duymayacak hiçbir kimse yoktur.” buyurmuş; o pişmanlığın sebebi sorulduğunda da: “–(Ölen), muhsin (ihsan sâhibi, sâlih) bir kişi ise, bu hâlini daha fazla artıramamış olduğuna; şâyet kötü bir kişi ise, kötülükten vazgeçerek hâlini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevâbını vermiştir.(12)
Gazâlî Hazretleri de “israf ile cimrilik arasındaki denge hâlini, cömertlik” olarak târif etmiştir. Cömertlik, Allâh’a ve âhirete kâmil mânâda îmânın bir neticesidir. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- bunu ne güzel ifâde buyurur: “Îman bir ağaç gibidir: Kökü yakîn, dalı takvâ, nûru hayâ, meyvesi cömertliktir.”
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî de: “Cömert kimse, meyve veren bir ağaç gibidir. Cömert olmayan insan da dağdaki odun gibidir.” diyerek bu güzel hasletten mahrûmiyetin; ateşe atılacak bir odun olmakla eşdeğer olduğuna işâret etmiştir.
Yine Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm- sahâbenin fakirlerinden Ebu’d-Derdâ -radıyallâhu anh-’a; “Çorba pişirdiğin zaman suyunu çok koy ve komşularına bak, onlar(ın muhtaç olanların)a da ver.” buyurmuştur.(13) Hadîs-i şerîfte, cömertliğin ilâhî muhabbet ve yakınlığa vesîle olduğuna “Allah Teâlâ cömerttir, ihsan sâhibidir; cömertliği ve yüksek ahlâkı sever…”(14) diye işâret buyrulmaktadır:
Ali İsfehânî -rahmetullâhi aleyh- “…Âfiyet ve günahsız olmayı aradım; zühdde, yâni şüphelilere düşmek korkusuyla mübahların çoğunu terk etmekte buldum.Kolay hesâbı aradım, susmakta buldum. Rahat ve huzûru aradım; cömertçe infâk etmekte buldum.” diyerek bu hakîkati ne güzel de ifâde etmiştir.
Bir an durup düşündüğümüzde son birkaç saat içerisinde bizlere verilen nimetleri bir bir hatırlayacak olursak, o nimetlerin bizlere nasıl ve nereden geldiğini tefekkür ederek Rabbimize nimet,lütuf ve ihsanlarından dolayı teşekkür etmemiz,minnet ve şükran duygularımızın bir ifadesidir.
Yazımı Sevgili Peygamberimizin tavsiye ettiği bir dua ile bitirmek istiyorum: ‘’Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana lâyık ibadet etmek için bana yardım eyle!. ”(15) “..Allah’ım! Bizi nimetine şükredenlerden eyle”.(16)
Gönülden Muhabbetlerimle.
Dipnotlar:
1-Tîn Sûresi,95/4. 2-Bakara Sûresi,2/30 3-Casiye Sûresi,45/13. 4-İbrâhîm Sûresi,14/34. 5-İsrâ Sûresi,17/44. 6-Nahl Sûresi,16/78. 7-Vâkıa Sûresi,56/68-70. 8- Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1971, I, 541. 9-İbrâhim Sûresi,14/7. 10-Nisâ Sûresi,4/147. 11-Buhârî, Edeb, 34. 12-Tirmizî, Zühd, 59/2403. 13-İhyâ, I, 626. 14-Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, I, 60. 15-Ebû Dâvûd, Vitir 26. 16-Ebû Dâvûd, “Salât”, 182.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.