KULU KARACADAĞ ERTUĞRUL GAZİ ŞENLİKLERİ (3)
29 Haziran 2016, Çarşamba 08:51Küçük bir zenci çocuk Lunaparkta bir satıcının elindeki balonları seyrederken, kazara bir tanesi kırmızı olanı uçmuş, satıcı reklam hevesiyle, peşinden sarı olanı daha sonra da beyaz olanı bırakmış. Renk cümbüşü bu balonlara bayılan çocuk, hayranlıkla baloncunun yanına gelerek:”Baloncu Amca”demiş,”Acaba bir de siyah bıraksanız, diğerleri kadar yükselir mi?”…Baloncu adam demiş ki:” “Yavrum bizi yükselten dışımızdaki renk değil, içimizdeki cevherdir”… Ne güzel söylemiş baloncu değil mi? İçimizdeki cevher ne kadar önemli. Bu cevheri açığa çıkarmak eğitimle olur. Ama adam gibi bir eğitimle olacak şeylerdir bunlar, değilse son seksen-doksan yıl da yapıldığı gibi her şey de ve her alanda tek tipliliğe kucak açan bir anlayışla inkâr/ret psikolojisiyle tanımazlığa düşülen kimlikleri reddeden bir yapılanmayla varlıkları inkâr edilenlerin sonuç da; bugün gelinen noktaya baktığımızda seslerini değişik ölçeklerde ve yüksek volümde duyurmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Buna hayır diyebilmenin böyle olmadı diyebilenin ya da inkâr etmenin bir mantığı/tutunur dalı olmasa gerek. Biz içi özümüzle varız. Bununla tutunur ve ayakta kalırız. Suni giydirmeleri yakalamaya çalışan SSCB sonunda kendi değerlerine uyarak gerçekleriyle küçülmeye gidip, tamamen bölünmeden kurtardı ve kendini önemli ölçüde yeniledi. Bu değişimi hala yaşamaya ve uyarlamaya çalışıyor. Biz ise ürettiğimiz korku psikolojilerinden kurtulamadığımız için asıl kaynağımızın cevherine varamıyoruz kıyıda/ kenarda gezinip duruyoruz. Ve o cevhere ulaşmaktan korkuyoruz, çünkü içimizde yenemediğimiz korkularımız bize karşı daha baskın durumdalar…
Biz her halimizle bugün telaşlıyız.Telaşımızla ayaklarımız birbirine dolaşıyor.Halbuki ağırbaşlı,vakur,temkinli olmamız gerekir.Yaşadığımız bir coğrafya var.Bu coğrafya da birbirini anlayan insanlar vardı.Aynı kader birliğine,aynı tarihi ayrıntıları müştereken yaşayan insanlar.Her inanca mensup idiler,ama çokluk içinde bir olmanın, bir gayenin peşinde idiler ve bunun özünü idrak etmişlerdi.Bu nasıl mümkün olmuştur, nasıl başarılmıştır ?, gelin bunu bir misalle verelim.
“Karaca hisar Pazarında, Germi yan Beyliğinden bir Müslüman tüccarla, bir Hıristiyan alıcı arasında ihtilaf çıkmış, durum Osman Gazi’ye intikal etmiş. Tarafları dinleyen Osman Gazi, olayı, oluş şeklinden ve içeriğinden dolayı Hıristiyan lehine vermiş. Bunu garabetle karşılayanlara ise:”Hıristiyan olmanın her konuda haksız olma anlamına gelmediğini”söylemiş ve Hz. Ömer’in “Adalet Mülkün Temelidir” sözünü hatırlatmış…
İşte bize kazandıran cevher buydu. Kendi özümüz ve kökümüze bağlı kalarak insanları mutlu etme ve yönetme sanatı, Devlet felsefesi anlayışı… Ne zaman bu anlayış zafiyete dönüştü biz o zaman kaybettik ve ruh dünyamızı yitirdik…
Herakliyus, İslam karşısında yenilerek, Antakya’ya dönen Rum Askerlerine şu konuşmayı yapmış:
“Yazıklar olsun size: Söyleyin bana, savaştığınız kimseler sizin gibi insan değil mi? demiş… Onlar,
Evet, demişler. Bunun üzerine Herakliyus:”Peki demiş, siz mi çoksunuz, yoksa onlar mı? Demiş… Onlar:
“Biz onlardan daha çoğuz diye cevap vermiş askerleri”….
“Öyleyse niçin yeniliyorsunuz deyince” içlerinden bir yaşlı adam demiş ki Herakliyus’a:
“Onlar, geceleri ibadet, gündüzleri oruçla geçiriyorlar. Sözlerini yerine getiriyorlar. İyiliği emrediyorlar, kötülükten kaçınıyorlar. Birbirlerine insaflı davranıyorlar”…Bizler ise:”Şarap içiyoruz,gasp ediyoruz,zina yapıyoruz,haram yiyoruz,kötülükleri emrediyoruz,iyilikleri yasaklıyoruz,Yeryüzünde fesat çıkarıyoruz,Hal böyleyken yenilmemek mümkün mü?” deyince,Herakliyus:”Doğru söyledin” diyor….
İşte köksüzlüğün sonu böyle geliyor. Netice de son sözümüz şöyle olsun. Bir İngiliz profesör dostuna şunları söylüyor. Diyor ki:”Türkiye’deki aydınlar Batıyı kopya etme çabasındalar. Bizi kopya etmekle saygımızı kazanamazsınız. Siz kendiniz olun. Belki o zaman sizi sevmeyiz ama size saygı duyarız”…
İşte,bütün bu açıklamaların neticesine gelirsek eğer gerçekleştirilirse ki; (kendi adıma yetkilileri en azından böyle bir adım atmaya davet ediyorum.Çünkü Kulu’daki görüntü bir nevi Türkiye’nin sosyolojik beraberlik açısından özet mozaiğidir) bugün Kulu’da yapılmak istenen, girişimcisi kim olursa olsun kendi köklerine ve tarihi değerlerine sahip çıkarak bir güzelliği paylaşmak enstrümanıdır.Söğüt ve Domaniç’te, Bilecik’te yaşananları biz kendi bölgemizde/coğrafyamızda yaşayarak süsleyelim/süslenelim..Fikir ve ruh haletimizi gözden geçirelim.Değer yargılarımıza ulaşalım.Basiretleşelim.Kimlik arzusu oluşsun.Bu güzellikleri beraberce paylaşalım.Geçmişten ders çıkarıp ibret alalım.Kaynaşalım.Bir olalım.Canlar olalım. Örneklik teşkil etsin. Bu kazanı beraber kaynatalım. Aşımız herkese helal olsun. Milli Birlik ve beraberliğin heyecanına can katalım. Anadolu özü/Anadolu güzelliği beraberliğimiz, kaynaşmamıza vesile olsun, içimize yol bulsun. Özümüz ve mayamız bir olsun. Eskiden olduğu gibi aynı sofraya oturma ve aynı tas çorbaya kaşık sallanılsın. Bu zor bir şey değil, çünkü hamurumuz aynı, mayamız aynı. Cevher bir… Geriye daha ne kaldı. Eksikliklerimizi başkalarının telkinleriyle değil, birbirimizle tamamlamak. İçimden gelerek, selam olsun. Anadolu İnsanına, selam olsun tüm güzelliklere diyorum…
Kaynayan kazanıyla, mehteran takımıyla, kurulan çadırlarıyla, O güne mahsus kılık ve kıyafetiyle tarihi bir anın yaşatılması ve geleneksel çizgiye getirilmesi konusunda emek ve alın teri dökecek fikir beyanında bulunacak her kim varsa, şimdiden peşinen teşekkür ediyor yapacakları çalışmaların hayırlara vesile olmasını ve kardeşlik dokusunu güçlendirmesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum… İnşallah Diriliş dizisi de böyle bir gayretin başlangıcı olur. Zira kendi köklerine inemeyen başkasının meyanköküne mahkûm olur. Bilelim ki Anadolu mayası zengin ve temiz ve karakterlidir. Birlik ruhunu kimse bozamaz.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.