KUTLU DOĞUM, MUTLU DOĞUM (1)
14 Nisan 2016, Perşembe 08:38Ol Resûl-i Mücteba hem Rahmeten lil âlemin
Bende medfundur diye Eflâke fahreyler zemin
Ravzasın idüb ziyaret dedi Cibril-i Emin
"Hazihi Cennatü Adnin fedhulüha hâlidin"
Şairin şu sözlerinin üstüne söz söylemek, bal yedikten sonra sirke içmek gibi olur ama, maalesef kısa bir müddet önce yazılan bu fevkalade sözleri bile anlamakta zorlanmaktayız.
Bu hafta KUTLU DOĞUM haftası: Cenâb-ı Hakk'ın Habibim dediği, hatırına kâinatı ve insanlığı yarattığı, hesapsız nimetlerle donattığı, âlemlere rahmet olarak gönderdiği, Süleyman Çelebi’nin dilinden:
Zatıma Mir'at edindim Zatını
Bile yazdım Adım ile Adını
Sözleriyle sevgisini izhar ettiği, beşeriyetin efendisi, en büyük insan, Hz. Peygamber Efendimizin doğduğu haftadır.
Cahiliye devri diye tanımlanan; insanların hayvanlaştığı, canavarlaştığı, öz evlâtlarını bile diri diri toprağa gömecek kadar vicdanların iflâs edip, kalplerin katılaştığı, zayıfın ezilip kuvvetlinin daima haklı çıktığı, kendi elleriyle taştan, tunçtan, ağaçtan yaptıkları putlara tapacak kadar basitleştiği bir cemiyeti ıslah için gönderilen son Peygamber.
İlâhi nurun odaklaşmasına, kâinatın kurtuluş reçetesi olan Kur'an-ı Kerimin, sayesinde kitaplaşmasına, hak ve batılın netleşip berraklaşmasına, ruhların safiyete, kalplerin itminana kavuşmasına, kendilerini insan zanneden zalimlerin insanlaşmasına vesile olan Peygamber.
Beşer ıslahının en zor hatta imkânsız olduğu bir dönemde gönderilmesine rağmen, azmi, iradesi, sabrı, hoşgörüsü ve görev bilinci ile, Gönderenin de nusrat ve yardımı sayesinde, olmazı olur, imkânsızı mümkün kılıp kendinin baş düşmanlarına bile, en son ve en büyük peygamber olduğunu söyletebilen bir Peygamber.
Gelin O'nu, O'nun aşkından yanan, kavrulan, bu yanış ve tükeniş esnasında aşıkların, maşukların, şairlerin, velilerin dillerinden dökülüveren inciler, pırlantalar misali sözlerle tanımaya, anlamaya sevmeye çalışalım: Mevlânâ Hazretleri şöyle der:
Men bende-i Kur'anem, eger can dârem
Men Hâk-i reh-i Muhammed-i Muhtârem.
Şeyyad Hamza Ona olan Aşkını söyle dile getiriyor:
Senin aşkın kamu derde, devâdır Ya Resûlallah
Senin katında hâcetler revadır Ya Resûlallah
Senin nurun gören gözler, ne ay gözler ne yıldızlar
Nûrundan gece gündüzler ziyâdır Ya Resûlallah
Terinden açılır güller, sözünden şehd ile şekker
Seninle hasta gönüller, şifâdır Ya Resûlallah
Habibsin pâdişahlara, tabibsin dertli ahlara
Şefâatın günahkâra ganâdır Ya Resûlallah.
Başka bir bağrı yanık da bakın ona nasıl nazlanıyor:
Benim iki cihân icre, murâdım ol Hudâdandır
Ümidim Rûz-i Mahşerde Muhammed Mustafâdandır.
Gönül erlerinden Nâbi hacca gidenlere, hele hele oralara varınca cehlinden dolayı biraz pervasız davrananlara nasıl nasihat ediyor:
Sakın terk-i edepden, Kûy-i mahbûb-ı Hudâdır bu
Nazargâh-ı İlâhidir, makâm-ı Mustafâdır bu
Habîb-i Kibriyâ’nın hâbgâhıdır fazîlette
Tefevvuk kerde-i arş-ı Cenâb-ı Kibriyâdır bu
Böyle bir Mevlîd Kandili münasebetiyle, Hüdâi isimli aşık, Resûlullah'ın veladetine şu sözlerle mukabele ediyor:
Kudûmün rahmet-i zevk-i safâdır Ya Resûlallah
Zuhûrun derd-i uşşâka şifâdır Ya Resûlallah
Hüdâi'ye şefâat kıl, eğer zâhir, eğer bâtın
Kapına intisâb etmiş, gedâdır Ya Resûlallah.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.