Kütüphane ve Osmanlı-2
09 Ocak 2015, Cuma 00:002. Abdülhamid merhumun 100 bin ciltlik mükemmel bir kütüphanesi varmış([1]) ve kitaba çok değer verirmiş. Alman imparatoru Vilhem’in İstanbul ziyaretinde istediği kitabı bile, kitaba düşkünlüğünden tarihe ve tarihi eserlere saygısından dolayı vermemiştir.([2]) Fakat onu deviren ve sarayını yağma eden İttihat ve Terakki çetecileri, ecdadımıza ve tarihimize ait birçok eseri talan etmişler, Avrupalılara satmışlar veya hediye etmişler, şimdi tarihimizle ilgili eserleri kendi memleketimizden fazla Avrupa müzelerinde bulabilmekteyiz.
Kariyer yapmak isteyen birçok ilim adamımız, özellikle tarihe ait tezleri ile ilgili kaynak eserleri, kendi memleketimizde yeteri kadar bulamadıkları için, Avrupa müzelerine gidip oradaki eserlerden faydalandıkları bir gerçektir. Mesela; bugün Uygur Türkleriyle ilgili bulunan binlerce eser ve belge, Berlin müzelerindedir.([3])
Süheyl Ünver merhum; ABD New Jersey’deki kütüphanelerin nadir eserler bölümünde mevcut şark yazmalarını tetkik ederken Türkiye’de göremediği eserlere burada rastlıyor. Öyle ki hocası Kuşadalı İbrahim Efendinin mektuplarına bile rastlıyor ve çok hayret ediyor.([4])
31 Mart Vak’asında Yıldız Sarayındaki Abdülhamid Merhumun bu son derece kıymetli kütüphanesi de yağmalanmak istenmiş, ama Rumeli asıllı Sabri Bey isimli bir saray görevlisi, Kütüphanenin kapısına yatmış ve “beni öldürmeden burayı yağmalayamazsınız” diye restini çekince koskoca kütüphaneyi yağmadan onun bu azimli tutumu kurtarmıştır.([5])
İran Şahı Rıza Pehlevi kaynak ve elaman ayırıp dünya kütüphanelerinde İran’la ilgili ne kadar kitap var ise katalog ve mikrofilmlerini çıkartmış. Biz maalesef bunu da yapamamışız.([6])
İstanbul kütüphanelerinde Arapça eserlerin incelenmesi söz konusu olunca bu görev Ali Ulvi Kurucu rahmetlinin Balkan asıllı arkadaşı Ali Yakup Bey’e verilmiş. Adam “biz her şeyi Osmanlıdan öğrendik, şimdi benim adım Dimitri de olabilirdi, demek Osmanlıda âlim kalmamış da bu iş bana mı tevdi ediliyor” diye ağlamış.([7]) Maalesef buna hayret etmemek gerekir. Bu millet daha da kahredici durumlara düşürülmüştür. Bülent Ulusu başbakan iken Arabistan’ın açtığı bir ihaleyi Arapça bilenlerin olmadığı için kaybetmişiz. Bunun üzerine Arapça kursları açılması emri verilmiş.([8])
Biz tarih yapan, ama tarih okuyan ve kıymetini bilen bir millet değiliz. Yukarıda da zikredildiği üzere dede mirasımız olan kitaplarımız bugün bizden fazla Avrupalılarda mevcuttur. Başta Balkanlar ve Osmanlı diyarının birçok yerleri son zamanlarda elden çıkmış, başta İstanbul olmak üzere işgalci Batılıların buralardan birçok kitap ve kütüphaneyi satın almak, çalmak, gasp edip zorla kaçırmak, son zamanlarda çok fakir düşen Osmanlı milletinin bu durumunu istismar edip, kitaplarını ve kütüphanelerini yok pahasına alıp götürmek gibi usul ve yöntemlerle kitaplarımızı Avrupa’ya aşırmışlardır.
Kitap kıymeti bilmeyen aç gözlü haris varisler, nice paha biçilmez kütüphaneleri değerinin binde birine satmışlardır. Bu olaylarda kitap düşmanı kadınlar da etkili olmuşlardır. Kitap kıymeti bilmeyen bu kadınlar, kitapları evini işgal eden, her gün ayağına dolaşın, toz ve temizliğinden bıkıp usandığı lüzumsuz metalar olarak görmüşler, fırsatını bulur bulmaz onları elden ve evden çıkarmayı marifet saymışlardır. Bu hususta şöyle olmuş bir vakıa anlatılır:
Dârulfünûn, İstanbul Üniversitesine dönüştürülünce, Ferit Kam’ın Darulfünûndaki hocalık görevine son verirler. Üstad Ankara Radyosunda görevli oğlu Ruşen Ferid Kam’ın yanına gitmek mecburiyetinde kalıyor ve en kıymetli mallarını yani kitaplarını sandıklamaya, hicret hazırlığı yapmaya başlayınca, oldum olası kitaplarla arası iyi olmayan ve sık sık üstadla bu hususta münakaşa yapan eşi; “a efendi, kırk yıldır kedi yavrusu gibi bu kitapları oradan oraya taşıyıp duruyorsun, üniversiteden de çıkarıldığına göre, bu yaştan sonra bu kitaplar neyine yarayacak da böyle zulüm yapıp durursun?” mealinde sözler söyleyince Ferid Bey şöyle demiş: “a hatun bu yaştan sonra sende bir işime yaramıyorsun ama bak seni de atmayıp oradan oraya taşıyıp duruyorum!..”
Meşhur kadın yazarlarımızdan Münevver Ayaşlı; “İstanbul’un üç büyük düşmanı var, depremler, yangınlar ve belediye başkanları” der. İşte bu meşhur İstanbul yangınlarından birinde Üsküdarlı Talat Bey’in evi ve kitapları yanınca, evine değil kitaplarına acıdığını itiraf için şöyle yazmış:
O ne âlemler idi ah ne âlemler idi
Eski yurdumda geçen demleri hâlâ anarım
Yalnız muhterik olsaydı evim yanmaz idim
Yandı bin beyti metinim ona hâlâ yanarım.([9])
Dipnotlar:
1- Mustafa Armağan, Türk Edebiyatı Dergisi Temmuz 2004, sayı 369, s. 6.
2- Derin Tarih Dergisi, Şubat 2013 sayısı Eki, Sultan 2. Abdülhamit’in Özel Dünyası.
3- Halil İnalcık, “Tarihçilerin Kutbu Halil İnalcık Kitabı”, İş Bankası Yay. İst. 2013, s. 225.
4- Ahmet Güner Sayar, “A. Süheyl Ünver”, Ötüken Yay. İst. 2011, s. 395.
5- Mehmet Serhan Tayşi, “Ali Emirî’nin İzinde”, Timaş Yay. 2009, s. 313.
6- Mehmet Serhan Tayşi, a. g. e. s. 324.
7- Mehmet Serhan Tayşi, a. g. e. s. 399, 562.
8- Mehmet Serhan Tayşi, a. g. e. s. 230.
9- Hilmi Yücebaş, “Hiciv ve Mizah Edebiyatı Antolojisi”, L & M Yay. İst. 2004, s. 307.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.