LÂLEZAR -3
09 Mayıs 2015, Cumartesi 00:00Sultan lll. Selim’in Tabiplerinden olan ve Lâle üzerine çok güzel bir kitabı bulanan Mehmet Aşkı Efendi de bu duruma dikkat çekmiş ve bir şiirinde bu gerçeği şöyle terennüm etmiştir:
Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa âyâ lâle
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle
İzzet Ali Paşa’da bu gerçeği şöyle dile getirmiş:
Yokdur bu âb u tâb ne mihr u ne jâlede
Izhâr-ı kudret eylemiş Allah bu lâlede
Kısacası “Gülzar” isimli önceki bir makâlemde ifade ettiğim gibi; gül bize Peygamberimizi, Lâle de Rabbimizi, ve şanlı bayrağımızdaki Hilâli hatırlatan, rengiyle, kokusuyla, görüntü ve güzelliğiyle, letâfet ve zarâfetiyle, naziklik ve saflığıyla bizlere ilham veren, Allah’ın kuvvetine, kudretine, azametine en büyük delil olan varlıklardır.
18. Asırda “Terbiye-i Riyâz u Ezhâr ve Tesmiye-i Hadâyik u Eşcâr” isimli, bugünkü park ve bahçeler müdürlüğünü andıran bir cemiyet bir akademi kurulmuştur. Bu cemiyetin başına da bir çiçek mütehassısı aynı zamanda Mesnevi Şârihi olan Sarı Abdullah Efendi getirilmiştir. Sultan 4. Mehmet devrinde de “Meclis-i Şükûfe” adı altında bir Çiçek Araştırma Enstitüsü kurulmuştur.
Avrupa çiçeğin ne olduğunu bilmediği dönemlerde ecdadımız Enstitülerini, Akademilerini kurmuş, çiçek ve gül yetiştiren, yetiştirenlere yardım eden ve teknik-taktik bilgi veren vakıflar kurmuşlar,([1]) bunun felsefesini yapmışlardır.
Bugün lâle deyince akla Hollanda gelir ama Batı’ya lâleyi tanıtan bizim dedelerimizdir.([2]) 1988 tarihinde Hollanda’ya Ramazan görevlisi olarak varmış, rengârenk lâle tarlalarını görünce hayran kalmış, ama hiç kokusunun olmadığına şahit olunca hayret etmiştim. Hani Karacaoğlan der ya:
İndim seyreyledim Firengistan’ı
Elleri var bizim ele benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var bizim güle benzemez
Halk ozanları halkın hislerin ve duygularını terennüm ederler, onların tercümanlığını yaparlar. Karacaoğlanımız da iki çiçeğe bu milletin ne kadar değer verdiğini yine şu dörtlüğüyle dile getirir:
Kaşların göz ile ediyor cengi
Şöyleşir yavrılar, koçyiğit dengi
Çiçekte, meyvada yoktur menendi
Lâleden kırmızı, gülden ziyade
Lâleyi Avrupa’ya götürüp tanıtan, 1554 lü yıllarda Kanuni döneminde Asitane (İstanbul) de Avusturya elçiliği yapan Busbecq dir. ([3])
Sarık biçiminde, sarığın tülbendi gibi ince ve zarif anlamında Avrupa’da Tülbent, Tulipa, Tulipan, “Tulipa Turcarum” isimlerle yani Türk Lâlesi adıyla yayılmıştır. Max Kemmerich lâlenin ilk olarak Augsburg’lu bir tüccarın evinde 1559 da görüldüğünü kitabında kaydeder.([4])
Memleketimizde bu kadar fakir-fukara varken 20 gün ömrü olan bir çiçeğe bu kadar yatırım yapmak, para dökmek israf değil mi? Sitemleri ile İstanbul ve Konya gibi şehirlerdeki lâlezarlar (lâle bahçeleri) için bazı tenkitler yapılmaktadır.
Her şeyin israfına ben de karşıyım ama; insanın karnının doyması kadar, gözü ve gönlünün de doyması, ruhen itminan bulması, lâhutî zevklere dalması da bir ihtiyaçtır. Aşırıya kaçmamak üzere bunların olması gerekir.
Hem de turistlere karşı bu millî ve mübarek çiçeğin gerçek sahibinin bizler olduğunu göstermemiz lâzımdır. Allah çalışanlardan sebep olanlardan razı olsun. Sadece lâle değil, Yeşil Türbeye yakışır yeşil bir Konya, ağaçlı, çiçekli bir Konya hususundaki çalışmalarından dolayı ilgilileri tebrik ediyorum, onlara teşekkür ediyorum.
Dipnotlar:
1- İskender Pala, “Tavan Arası”, Kapı Yay. İst. 2008, s.237.
2- Sandor Takats, “Macaristan Türk Âleminden Çizgiler”, MEB Yay. 1000 Temel Eser,
İst. 1970, s. 66.
3- Beynun Akyavaş, “Sultanîyegâh İstanbul”, T. D. V. Yayını, Ankara 2001, s. 120-122.
4- Max Kemmerich, “Avrupa Tarihinden Garip Vak’alar”, Hazırlayan İsa Dedeoğlu,
İstanbul 2001. s. 56.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.