Mâneviyat Sultanlarına Sevgi ve Muhabbetleri (3)
04 Ağustos 2017, Cuma 07:38Fâtih Sultan Mehmed’in oğullarından Şehzâde Beyazid tarafını tutup, Şehzâde Cem’in aleyhinde faaliyet gösteren bürokratlardan biri de Koca Mustafa Paşa’dır. Fâtih’in torunu Yavuz Sultan Selim bir gün bu Paşanın yaptırdığı Câminin önünden geçerken, Amcası Cem olayında bu Paşanın çevirdiği fırıldakları ve amcasının Küffar diyârında başına gelenleri düşünür, canı sıkılır ve yanındaki askerlere derhal Koca Mustafa Paşa Câmiinin yıkılmasını emreder.
Yeniçeriler kazma kürek alıp hemen işe koyulurlar ama karşılarına Sümbül Sinan İsimli bir veli kul dikilir ve: “Allah’ın evinin yıkılamayacağını” söyler. Onun mânevî mehabetinden ve görünüşünden korkan askerler durumu Yavuza iletirler. Yavuz celâlli bir pâdişahtır ve hemen galeyana gelip:
“Kimmiş benim fermanıma baş kaldıran?” diyerek öfke ile câmiye gelir. Bu mübârek zatı görünce O’da etkilenir, sakinleşir ve emrini geri alıp, askerlere çekilmelerini söyler.
Sümbül Sinan Hazretleri: “Sultanım müsâade et askerler câmiyi değil de, kubbelerin etrafındaki küçük bazı yerleri yıksınlar” deyince Pâdişah sebebini sorar O: “Devlet otoritesi sarsılmasın. Pâdişah bir şey emredince o yerine gelsin. Aksi halde devletin bekasına halel gelir” (1) demiş. Ne kadar ince bir anlayış.
Kanûnî hasta olduğu halde Ziğetvar seferine giderken Edirnekapı’da bir pir, bir meczup, bir veli; “biz senden memnun idik, Allah’da memnun ola” deyince Kanûnî sonunun geldiğin anlar ve hemen vasiyetini yazdırır.(2) Ma’lum Kanûnî bu seferde şehit olmuştur.
Sultan 2. Mahmud çok sevdiği Ali Nutkı Dedeyi görmek için sık sık Yenikapı Mevlevî hanesine gelirmiş ve çok ihsan-ı şahane dağıtırmış fakat Dede buna râzı olmazmış. Bir gün ayrılırken “şeyhim bir arzunuz var mı?” der. O da “var bir daha bu tekkeye gelme” der.
“Beni evliyaullah kapısından kovuyor musunuz?” deyince de; “hayır kovmuyorum ama buraya Mahmud Efendi olarak geleceksen buyur gel, yok Sultan Mahmud olarak gelip müritlerin kalbini ihsanlarınla Allah’dan çeleceksen gelme” der.(3)
Osmanlının son zamanlarında her meselede olduğu gibi, bu hususun da ne kadar yozlaştığını, sathileştiğini şu olaydan anlayâlim: Osmanlının ipini çekip dünya siyâset sahnesinden bertaraf eden İttihat ve Terakki Cemiyetinin üç hayalperest başrol oyuncusundan biri olan Talat Paşa, yakın dostu olan tasavvuf ehli Abdülaziz Mecdi Efendiye;
“masonlukta mı kalayım, Bektaşî mi olayım?” diye sormuş, o zat; “ikisine de gerek yok ama illâki birini seçmen gerekiyorsa Bektaşîliği seç, çünkü o en azından Türk tarîkatıdır” der.(4)
Osmanlı Evliyaları, Gerçek Evliya İmiş:Osmanlı halkıyla, idârecileriyle Allah’ın veli kullarına gereken ilgi ve alakayı göstermiş, Allah dostu kişileri kendilerine dost edinmişler ama onlarda günümüzdeki bazıları gibi sentetik veya sahte şeyh değil, hakiki erenler imiş.
Hiçbirisi şeyhliği, şahlığa atlama taşı gibi görüp, mevki ve makama heves etmemiş, para ve pula tenezzül etmemiş, devlet ve hükümete talip olmamış, hak ve hakikati söylemekten aslâ geri durmamış, kendilerinin Hak dostu olduğunun bilinmemesi için ne gerekirse yapmışlardır.
Hazır yiyici olmamışlar, hazır asker olmuşlar, yaşlarına başlarına bakmadan seferde ve savaşta orduların önünde olmuşlar, askerleri teşci etmişlerdir. Meselâ; Ebû Eyyub el-Ensani Hazretleri İstanbul önlerinde şehit düştüğünde 80 yaşında idi. Merkez Efendi 80 yaşında Kanûnî döneminde Korfu Seferine katılmıştır.(5)
Başka örnekleri de çoktur. Yine Şeyh Necmeddin Kübra, ileri yaşına rağmen Moğollara karşı savaşırken şehit olmuştur. Birinci Dünya Savaşının o en kritik günlerinde Mevlevîler, “Mevlevî Taburları” teşekkül ettirip savaşa iştirak etmişlerdir.(6) Ahmed Ziyaüddin Gümüşanevî Hazretleri 67 yaşında 93 Harbine iştirak etmiş, İsmail Bursevî II. Mustafa devrinde Nemçe seferinde yaralanıp Gâzi olmuştur. Necmeddin Kübra 80 yaşında Moğollarla savaşmıştır. Kanûnî 76 yaşında Zigetvar seferinde şehit olmuştur.(7)
Osmanlı tarîkat, tasavvuf, tekke, türbe dengesini devamlı kontrol altında tutmuş, buraları Şeyhülislâmlığa bağlayıp, başı boş bırakmamış, halkın maddî dertlerini tabiplere, mânevî sıkıntısı olanları da buralara havale etmiş, buralar birer rehabilitasyon görevi yapmışlardır. Cumhuriyet döneminde buralar kapatıldığı için büyük bir travma yaşanmıştır. Tarîkat ve tasavvuf ehline aşırı baskı yüzünden bu müesseseler tâbir câizse yer altına inmiş, denetimsiz kalmış, ehil olmayan ellere düşmüş ve istismar edilmiştir.
Meşhur âlim ve muhaddis Şeyh Kittanî talebe ve müritlerine şöyle tavsiyede bulunurmuş: “Herhangi biriniz bir şeyhin terbiyesini görmezse, hemen koşup Türk terbiyesi alsın. Türk demek, Osmanlı demektir. Osmanlı demek de İslâm terbiyesi demektir.”(8)
Dipnotlar:
1- Von Hammer, Osmanlı Devleti târihi, Üçdal Neşriyat İst.1966, c.1, s. 116.
2- N.Kösoğlu,Türk Dünyası Târih ve Medeniyeti Üzerine Düşünceler”,Ötük. Yay.Ank.1997,s.240.
3- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-3”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 63.
4- Nevzat Kösoğlu, “Şehit Enver Paşa”, Ötüken Yay. İst. 2008, s. 422.
5- Nezihe Araz, “Anadolu Erenleri”, Özgür Yayınları, İst. 2000, s. 71.
6- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-4”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 93.
7- Reşad Ekrem Koçu, “Yeniçeriler”, Doğan Kitap Yay. İst. 2004, s. 119.
8- İbrahim Refik, “Boğaziçi Notları-1”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 95.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.