MİNARE
20 Ocak 2016, Çarşamba 08:57Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleyman’dır
Şu mihrab Sinaüddin şu minare Sinan’dır
Haydi, artık uyuyan destanını uyandır
Bilmem neden gündelik işlerle telaştasın
Fatihin İstanbul’u fethettiği yaştasın
Arif Nihat Asya
Herkesin duyması ve okuyanı görmesi maksadıyla ezanın yüksek yerlerde okunması icap etmiş, bu maksatla ilk zamanlar tepelerin, yüksek taşların, damların, çatıların… üstünde okuna gelen ezan, daha sonraları değişik stil ve estetikte yapılan minarelerde okunmaya başlamıştır.
İslâm memleketlerinin alâmet-i fârikası olmuş, Müslümanların gökyüzüne uzanan elleri gibi asumana uzanmışlardır. Süngüye falan benzeterek bir hata yapmayalım, öyle yapanlar malum aylarca hapis yatmışlardı!
Minarelere Müslümanların mührü de diyebiliriz. Özellikle Selçuklular ve Osmanlılar gittikleri her yere, fethettikleri her diyara mühürlerini vurmuşlar, ibadethane, han, hamam, kervansaray, köprü gibi sosyal tesislerle her yeri bezemişlerdir.
Çan kulelerinin o hantal ve sıkıcı görüntülerinin, insanın beynine tokmak vurur gibi metal seslerinin yanında, ince, narin, kibar görüntüleriyle, ruhu okşayan, inanmayanları bile teshir eden([1]) lâhûtî sesleriyle ezan; duyanları büyüleyen bir name olmuştur.
Aurovizyon şarkı yarışmasında ikinci olan ve bir müddet memleketimizde kalan İtalyan sanatçı Simmons ayrılırken; “Ezan sesini özleyeceğim. Bilhassa beni çok etkileyen sabah ezanını” demiştir.([2])
Verdiği bu manevi hazdan dolayı olacak ki; İstanbul’u işgal eden İngiliz, Fransız orduları ezanı yasaklamamışlar, fakat bizdeki nasipsizler, minareleri kurutup, ezanı susturmuşlardır. Aynı zihniyet birçok cami, minare, tekke, türbe, medrese vb. tarihi eserleri de yıktırmışlardır.
Lozan Konferansında İngiliz Başvekili Loyd George, “Türklerin Anadolu da nesi var? Birkaç kerpiç ve balçıktan evi var. Orada medeniyet vesikası olarak ne varsa hepsi Yunan ve Roma’ya aittir.” diye beyanat vermesi üzerine Eugene Pitard isimli bir ilim adamı şöyle demiştir: “Efendiler, Konya’daki İnce Minarenin kapısı ile, İstanbul’daki Muhteşem Süleymaniye’nin kubbelerini yapan millete karşı böyle söylenemez. Haddinizi biliniz”([3])
Selçuklu Eseri ve Anadolu’da Türk Medeniyetinin mührü ve vesikası olarak gösterilen bu nadide eser İnce Minare Külliyesi, Fahrettin Altay Paşa tarafından yıktırılmaya başlanmış, bir kısmını yıktırmış,([4]) o esnada Konya’da olan ABD’li Prof. Rudolf Meyer Riefstahl’ın ta Ankara’da en üst düzey yetkililere ulaşarak yıkımı durdurtmuştur.([5]) Bu zihniyet daha nice ecdat emaneti camileri, minareleri, vakıf eserleri yerle bir etmiştir.([6])
Macar Dr. Bela Harvath, 1913 yılında Anadolu’yu gezmiş hatıralarını yazmış ve eserinin bir yerinde şöyle demiştir: “Sıradan ama dürüst ve çalışkan Türk insanı. Sizleri bir kez tanıyan kişinin hafızasında bir daha silinmeyecek hatıralar bırakıyorsunuz. Narin minareleriniz, sessizce secdeye varıp Allah’a yakaran insanlarınız, yok olan muhteşem taş abidelerinizle esrarlı dünyanız, sizi görenlerin düşlerinde hep yaşıyor” ([7])
Venedikliler Avlonya limanımızda bir minareyi top ateşiyle yıkmışlar ama, lV. Muradın gazabından kurtulmak için 200 bin altın tazminat ödemişlerdir.([8]) Fakat kaderin cilvesine bakın ki, bir zaman gelmiş, Çanakkale’yi, Sakarya’yı kazananlar, bu savaşların kahramanlarının sığınağı ve ibadethanesi olan bu Allah’ın evlerini yıkmaktan, yıktırmaktan imtina etmemişlerdir.
Osmanlıda geçerli olan bir teamülü de hatırlatalım ve sıra fıkralarımıza gelsin: Osmanlıda sadece padişahlar birden fazla minareli cami yaptırırlarmış, diğer beyler, paşalar ve zenginler tek minareli yaptırabilirlermiş.([9]) Padişahlar sadece yaptırdıkları camilere isimlerini verirler, diğer imar eserlerine yani okul, köprü, darül’aceze gibi yerlere isim vermezlermiş.
Sultanahmet Camii 6 minareli yapılıp, şanı, şerefi, şöhreti bütün dünyada konuşulmaya başlamış. O esnada Kâbe’nin de 6 minaresi vardır. Fitneciler de hemen sahneye çıkmışlar ve “Osmanlı Kâbe’ye nispet yaptı, oranın şöhretini gölgeledi…” dedikodu üretince, padişah Kâbe’ye bir minare daha ilâve ettirmiştir.([10])
Temel arkadaşları ile iddiaya girmiş, gördükleri bir minarenin boyunun kaç adam boyu olduğu hususunda. Ölçelim demiş, çareyi bulmuş ve şöyle demiş: Minarenin şerefesine çıkalım, ben oraya yapışıp aşağı sarkayım, Tursun benim ayaklarımdan, biriniz onun ayaklarından… tutsun böyle kaç adam boyu olduğunu görelim, uygulamışlar, ama üçüncü kişi sarkınca Temel; “ula ellerim kayıyor, sıkı tutunda ben ellerime pu diyeyim” demiş ve uygulayınca olanlar olmuş!..
Yörük nenesi yıllarca dağlarda, yaylalarda, çadırlarda ömür geçirmiş, minarede hiç ezan okuyan görmemiş, ahir ömründe şehre inip de birinin yüksekçe bir yerde bağırdığını görünce: “inemeyeceğin yere neye çıktın hay yavrum” demiş.
Dipnotlar:
1-Mostar Dergisi, Mayıs 2008, sayı 391. s. 54.
2-Milliyet Gazetesi, 20.11.1989.
3-Yakın Tarihimiz, c. 3, Vatan Gazetecilik AŞ İst. 13 Eylül 1962, sayı 29, s. 91. ; İbrahim
Refik, Tarih Şuuruna Doğru-2, Albatros Yay. İst. 2001, s.61.
4-İnce Minarenin yıkılması, Kamil Uğurlu, “Konya Şehrengizi” Konya B.Şehir Beld. Yay.
2005, s. 75.
5-Ahmet Efe, Konya Valiliği İl Kültür Mdr.Yayını No 42, Konya 2003, s. 42.
6-Mehmet Şevket Eygi, “Yakın Tarihimizde Cami Kıyımı”, Tarih ve İbret Yay. İst. 2003; Ali
Ulvi Kurucu, “Hatıralar-1”, M. Ertuğrul Düzdağ, KaynakYay. 2007, İst. 2. baskı, s.135-136-176- 189.
7-İbrahim Atay, “Bir Seyahatmenenin Düşündürdükleri”, Tarih ve Medeniyet Dergisi,
Şubat 1997, sayı 35, s. 21.
8-Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, 2007, İst. s.132.
9-Suraıya Faroqhı, “Osmanlı Kültürü ve Gündelik yaşam”, Tarih Vakfı yay.İst. 2005,s.158.
10-Mrs. Max Müller, “İstanbul’dan Mektuplar” Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 1978, s. 67.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.