MİSAFİR
04 Ekim 2015, Pazar 00:00Bu çileye tahammül yetmez Halil Efendi
Lütfedip bari buradan Huda gidersin
Kendiliğinden asla gitmez Halil Efendi
Oturup kalkmayan, kalkıp gitmeyen, bezdiren, bıktıran cinsten bir kişi olan Halil Efendi isimli bir tanıdığından Hersekli Arif Hikmet Bey böyle yakınır.
Bizim milletimizin en güzel şiarlarından biri de misafirperverliktir.([1]) Bazı seyahatnamelerde yerleşim birimlerine gelen misafirleri ahi grupları aralarında “sen götüreceksin, ben götüreceğim” diye münakaşalar ederek sahiplenirlermiş. Çünkü misafire ikram, Allah ve Resûlünün emridir. Fakat misafirlik bıktırıcı, bezdirici ve haddi aşmış olmamalı. Böyle mesuliyetsiz, vurdumduymaz, aylak ve asalak insanlara fırsat verilmemesi için, Selçuklu ve Osmanlı han ve kervansaraylarında üç gün misafire ve hayvanına ücretsiz bakılır, ama daha fazlasına müsaade edilmezmiş.([2]) Bu husustaki fıkralardan ve güzel şiirlerden, sözlerden bazı örnekler:
Misafirin iyisi gelir geçer kuş gibi
Misafirin kötüsü oturur baykuş gibi
Bir misafir aylarca kalıp ev sabini canından bezdirir. Gitmeye hiç niyeti olmayınca, ev sahibi bir kâğıda şunları yazar ve misafirin kaldığı odaya koyup:
“Bir gün misafir, iki gün misafir, üç gün misafir, çek git be kâfir”
Bunu okuyan misafir de aynı kâğıdın altına şöyle yazar:
Behey nâdan behey katır
Ne gönül bilirsin ne hatır
Misafirin keyfi misin?
Ne kadar isterse o kadar yatır.
İbnül Emin Mahmut Kemal Bey, yanına çok sık gelen ve uzun zaman kalan şair Nazım için şöyle yazar:
Bir takım laf ile tesviş-i huzur
Etme ey Şair-i bî şiir-i şuur
Böyle sık sık bana gelmektense
Yılda bir kez kendine gelsen ne olur
Misafirin biri gelmiş, birazda kar-kış olup yollar kapanınca epeyce kalmış, havalar müsaitleşince gitmeye kalkmış, heybesini, torbasını hayvanının üstüne atmış, yola çıkacak, ev sahibi hani adettendir “biraz daha kalsa olurdu” falan deyince, misafir; “tamam kalalım, şu hayvanı nereye bağlayayım” deyince ev sahibinin kan beynine sıçramış ve “getir de şu kopasıca dilime bağla” demiş.
Bazen de çok kalmadan değil de, beynamaz (bî-namaz: namaz kılmayan) misafirlerden şikâyet edilmiştir.
Bize gelen her misafir ekmek ile aş yesin
Kılmaz ise eğer namazın toprak ile taş yesin
Ey misafir kıl namazı kıble bu cânibdedir
İşte leğen, işte ibrik, işte peşkir iptedir([3])
Her zaman şikâyetler ev sahiplerinden olacak değil ya; bazen de misafirler şikâyet etmiş, aç, susuz, yorgun gelip, ev sahibinin hiç kıpırdamadığını görünce, Hz. Musa’ya indirdiği gibi Allah’dan kendisine sofra indirmesi hususunda dua etmiş:
Ev sahibinden yoktur bize fâide
Rabbena enzil aleynâ mâide
Bu misafir fıkralarını okuyan gençler belki de bu durumu anlamayıp, garip karşılayacaklar. Çünkü ulaşım ve iletişim vasıtaları çoğalınca “yatılı misafir” olayı köylerden, kentlerden kalkmış durumdadır. Eskiden evlerden, özellikle odalardan (her sülalenin bir odası olurdu) misafir eksik olmazdı.
Misafir gelmiş, oda sahibi biraz cimri cinsinden imiş, ikiye bir; “susuz musun? Uykusuz musun?” dermiş. Misafir de “pınarın başında yattım da geldim” dermiş ama ev sahibi hiç yemeğin yanına basmazmış.
Ecdadımızın töresinde; misafire sormadan sofra çıkarılırmış. Hatta bazı zamanlar yatsı namazını cemaatle kılmadan akşam yemeği yenmezmiş, yani misafir gelir umuduyla o vakte kadar beklerlermiş.([4]) Konuyu Peygamberimizin bir hadisi ile bağlayalım:
Hadis: “Beş şeyde acele etmek lazım:
1-Tövbede
2-Misafire yemek çıkarmada
3-Cenazeyi defnetmede
4-Buluğa eren genci evlendirmede
5-Borcu ödemede...
Dipnotlar.
1- Avni Arslan-Ziya Demirel, a. g. e. s.175.
2- Busbergc, “Türkiyeyi Böyle Gördüm”, 1000 Temel Eser Tercüman. 28.
3-A.RagıpAkyavaş, “Asitane-ll”, TDV Yay. Ankara 2000, c. 2, s. 137. 4-Ahmed Davudoğlu, “Ölüm Daha Güzeldi”, Hece Yay. Ank. 2005, s. 17.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.