Müzik, musıkı (2)
17 Temmuz 2016, Pazar 11:56Ama bir dönem gelmiş, bir zihniyet bu millete dinini, tarihini, edebiyatın, müziğini, örf ve adetlerini velhasıl her şeyini inkâr ettirmiş, sanat musikisi yasaklanmış, mehterin zillerine ot tıkanmış, kösleri susturulmuş, o insanın tüylerini diken diken eden nameleri asumanı titretmez olmuş. Biz bile 1965’li yıllarda bir sanat müziği parçası dinleyebilmek, bir şarkı duyabilmek için, Kıbrıs Rumlarının müsaadesi ile günde birkaç saat yayın yapıp, sanat müziği çalan Kıbrıs Radyosunu dört gözle beklerdik. Bu muhteşem müziğimizin yerine çaldıklarına da Anadolu halkı rağbet etmemiştir. Şöyle bir olay anlatılır:
Mukallitlik adına, batıcılık ve modernlik adına, entel ve aydınlık adına, halkın zevkleriyle hiç alakası olmayan Senfoni orkestraları kurulmuş, şehir şehir gezdirilmiş, halk baskıyla, zorla toplanıp bunların verdiği konserler dinletilmiş. Sivas’ta verilen böyle bir konser neticesi çıkışta orta yaşlı birine; “Amca Senfoni orkestrasının verdiği konseri nasıl buldun?” diye sormuşlar, o; “valla bir şey anlamadım evladım, Sivas Sivas olalı, Timur’un zulmünden sonra böyle bir zulüm görmemişti” demiş!..
Cumhuriyetin ilk yıllarında büyük paralar ödeyerek ve yabancılar getirtilerek oynatılan operadan birini seyreden Süleyman Nazif’e de fikri sorulmuş O; “Rum patriği teravih namazı kıldırıyor sandım” demiş”([2])
Eski dönemlerde adamın biri köyden gelip, pazarda eşeğini kaybetmiş, dönecek ama hayvanını bir türlü bulamamış, Cuma namazından önce camide vaaz eden hocaya varıp kulağına fısıldayarak, cemaate sormasını istirham etmiş. Hoca; “olur” demiş ve cemaate sormuş; “içinizde müziği hiç sevmeyen, ondan zerre kadar zevk almayan birisi var mı?” bir kişi ayağa kalkmış, hoca onu göstererek “al sana eşek, götür git” demiş.
Eskiden bir beldeye bir kadı (hâkim) tayin olup gelmiş. Bir müddet zaman geçmiş, kadı halkın hiç düğününe, derneğine ve etkinliklerine katılmamış ve hemen; “kadı gururlu, kibirli, kendini beğenmiş, bizleri küçümsüyor, içimize katılmıyor…” gibi dedi-kodu başlamış. Kadıyı sevenlerden bazıları durumu kendisine anlatmışlar, ve halkın düğününe-derneğine katılmasını, aksi halde bu dedikodunun arkasından iftiraların ve şikayetlerin başlayacağını ve huzursuz olacağını söylemişler.
Kadı demiş ki; “yahu benim bu gibi yerlere katılmamam, gurur ve kibirli olduğumdan değil, hassasiyetimden, ben müziğe karşı fazla duyarlıyım, hele oynak havaları duyunca yerimde duramam, oynamaya kalkıveririm, o zamanda kadı oynadı diyecekler” deyince, sevenleri demiş ki; “Kadı efendi ona bir çare buluruz.
Bizim düğünlerimiz açık alanda veya ağıl gibi, izbe gibi kapalı mekânlarda olur. Seninde giydiğin cübbe geniş, sen oturunca biz onun eteklerinden yere kazıklarla çakalım, kalkmak istesen de kalkamazsın” demişler ve bunu uygulamışlar, ama oynak havalar, o deveyi bile hoplatan nameler başlayınca kadı birkaç defa zorlayıp ayağa kalkmış ve dönmeye başlamış, bir taraftan dönüyor, teşbihte hata olmasın Mevlevîler gibi cübbenin etekleri açılmış, bir taraftan da; “Olanlar oldu bize, kazıklar değmesin size” diyormuş!..
Türk Milletinin müzik ve şiire karşı gerçekten bir hassasiyeti vardır. Ud ve Kanun gibi enstrümanları Türk asıllı Fârâbî icat etmiştir. Hatta şöyle bir rivayet vardır: Fârâbî bir gün devrin padişahı Seyfüddevle’nin sarayına gelir, meclistekilere bir alet çalar hepsi hüngür hüngür ağlar, bir alet çalar hepsi katıla katıla güler, bir alet çalar muhafızlarda dahil herkesi uyutur, kendisi çıkar gider.([3])
Dipnotlar:
1-Hasan Çifçi, “Hiciv ve Sosyal Eleştiri”, Kültür Bak.Yay.Ank. 2002, s. 262.
2-Tarih ve Düşünce Dergisi, Ocak 2001, s. 64.
3-Yaşar Aydınlı, “Fârâbî”, İSAM Yay. İst. 2008, s. 30.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.