NE ARABIN YÜZÜ NE ŞAMIN ŞEKERİ(2)
10 Eylül 2016, Cumartesi 09:44Bizim bölgemiz diyorum buraya. Neden olmasın ki; asırlarca bu topraklarda İslam bülbülleri güli rana’da şakırdayarak ötmüşler bu topraklar her haliyle buram buram biz kokmaktadır. Yenidünya düzeni kavramıyla getirilmek istenen esaretin farkında olan toplumlar artık AB ve ABD’nin dünyayı oyalamaktan ve sorunların çözümüne ilişkin olumlu akılcı pratik ve kalıcı çareler sunmaktan beri olduğunu anlayınca haklı ve doğal bir tepki olarak böyle müstemlekeci zihniyetli ve insan haklarına kendi halkının dışında en ufak bir riayeti olmayanların yanında yer alınmaması gerektiği kanaatini taşımaktalar. Gerçeği söylemek gerekirse küresel emperyalizmin insan hakları diye bir dertlerinin olmadığını dünyayı ben merkezli global olarak düşündüklerini globalleşmenin varacağı sonucunda bunların menfaat teminatı olduğunu bilmeyen kalmamıştır. Bugün bu haksızlıkları icra edenlerle beraber aynı çatı içerisinde kalmak ve onların işlediği haksızlıklara ortak olmak değil midir ki! Bence bu AB yahut buna benzer birlikteliklerin sadece emperyal gayeli ve sömürü tandanslı getiri projesi olduğu bilinmelidir. Bizim İslam coğrafyasın da yaşayan ve kendi milli kültürel değerlerimizin özü olan inanç terkibimizin bu ve benzeri ortaklıkların belli bir sükût sağlayabileceğini ama kalıcı olmaktan uzak olduğunu tarihi örnekler göz önüne serdiği gibi, dünya görüşü sadece burada gerçek gücüne, zevkine ve tadına hevesi olan dünyevilizm ile dünya ile beraber ahret kaygısı olan bir toplumun mutlaka bir gün çatışma yaşayacağı aşikârdır. Biz yabancılarla küresel birlik olmadan da siyasi ekonomik ve kültürel ilişkilerimizi güçlenerek sürdürebiliriz. Ama birlikten kuvvet doğar ilkesinden hareketle bilhassa kendi mayamız ve kültürel dünyamız olan toplumlarla ilişkilendirilmemiz elbette aynı coğrafya da yaşayanları hem kardeş kılacak hem ümmet bilinci doğuracak hem de sınırlar ötesi hak ahlak adalet hukuk insan kavramları daha bir ivme kazanacaktır. Bizim kelime ve kavramlara yüklediğimiz değerler ile batılıların kazandırdıkları misyon keyfiyet babında aynı hüviyeti taşımaktan oldukça uzaktırlar. Bizde ben merkez yerine bizlik duygusu ön plandadır ve kültürümüzün mihenk taşı budur. Eğer bugün kapitalizmin çerçevesini çizdiği ulusçuluk kavramının etrafında şekillenen laik ahlak öğretilerine dayalı ve eski yunan roma Bizans Latin hayatının şekillendirdiği normlar ölçüsüyle hayatımızı idame ettiriyor ve toplumsal bunalımların alt yapısını kelime ve kavramla kargaşalarının örgüsünün oluşturduğunun farkına aşağı yukarı farkına varabiliyorsak artık İslam temelli kardeşliğin harcını oluşturmak gerektiğini ne zaman hayatımıza tatbik edebileceğiz. İmani yönümüzü ve cephemizi kuvvetlendirip saflarımızı sıklaştıracağız.
Beş şar Esat gibi canileştirilen bir zavallının belli yerlerdeki hâkimiyetine dayalı bir yönetimin Suriye’nin tamamına yönelik geçerli bir devletin hâkimiyet alanı/ sınırları belli bir coğrafya’dan ibaret olduğu anlayışı artık iflas etmiştir ve Suriye artık tek bir devlet olmaktan çıkmıştır. Irak’a karşı uygulanan ve her ne hikmetse sadece İslam coğrafyası başrol seçilerek ele alınan savaşlara ve acılara terk edilen, insanına acı çektirilen ve yenidünya düzeni saçmalığının zorla dikte ettirildiği buralarda; diktatörlük heveslilerinin bu topraklarda; insanların canlarına mallarına kastederek yaşama haklarının ellerinden alınıldığına dünya şahit olmuştur. Ülkesinde birlik ve beraberlik ruhunu koruyacağı yerde dünyanın beşli çetesine açık kapı haline getirten, iktidarını koruma adına ülkesini kan revan ve yaşanmaz bırakan, önü alınamayan göçlerin ortaya çıkmasına yol açan kan emici bir diktatör ve cani olan Beş şar Esat’ın bu coğrafya’da artık yer alması mümkün değildir ve bir katilin olması gereken kodes yahut ölümdür. Yaptıklarının cezasını çekmek ve hesabını vermek zorundadır. Bugünkü küresel iktidarın savunucuları ve beşli çetesi olan devletlerin silah satma yarışıyla ölümleri seyretmeleri de onların ruhlarının hasta olduğunun da delilidir.
Eğer Ortadoğu İslam coğrafyası ve onların yöneticileri kendi ülkelerinin kaderini ve geleceğini kendi halkının kaderinde ve geleceğinde görüp onlara bağlanmış ve güçlerini emperyallardan değil de halkından almayı uygulamış olsalardı, bugün hiçbir ülke burada istediği at oynatamazdı. Üstelik kendi aralarında yapacakları zorunlu bir araya gelme ve sorunları görmezden gelme uygulamalarıyla aynen Osmanlı’nın bıraktığı yerlerdeki hukuk ve insan ve merkezliliği seçip uygulama ve aralarındaki bağları kültürel yönden güçlendirme prensibiyle olgunlaştırıp siyasi ekonomik kültürel ve askeri işbirliği ve ilişkisini sağlayarak emperyalın önünü kesmiş olsalardı ne kendi halklarını sömürtürler ne de geleceklerini onların iki dudaklarına terk etmezler üstelik onurlu olmayı ve dik duruşlu olmayı seçmiş olurlardı. Biz maalesef önce kendi kapımızın önünü temiz tutamadık. Elimizde dünya siyasetine yön verecek bir petrol ekonomisi var, yine dünya siyasetini yepyeni bir çehreye kavuşturacak jeopolitik konum var ticari potansiyel ve ekonomik veriler var, her şeyi ile bizi üst düzeylere taşıyacak argümanlardan uzak değiliz ama bunların kullanımı hakkında biz değil başkaları söz sahibi oluyor. Bizler nedense kendi coğrafyamızda sığınç gibiyiz. Hayır, bu böyle olmamalı. Olmuşsa da şartlar artık aynı şartlar değil: insanlar değişti. Teknoloji değişti. Dünya da değişmek zorunda. Hele dünyayı yönetmeye kalkışan beşli çetede eskisi gibi olmamalı. Hiç bir devlet kendi halkına bağnaz bir yapılanma halkasını zorla uygulayamaz. İnsanın insanca yaşamadığı bir dünyada insan haklarından bahsetmek ve özgürlükten dem vurmak sadece aldatmaktan ibarettir. Velhasıl sözümüzü bağlayacak olursak; Yabancı dil, yabancı kültür istilası ve kendi değerlerimizin içini doldurmaktan uzak kavramlar yerine, kardeşliği ön plana çıkartan islamı referans alan ve kardeşlik dokusunu ziyadesiyle güçlendiren ben merkez yerine biz olmayı/olabilmeyi gerektiren bir anlayışın dünyada problemlerin çözümünde tek nüans olduğu tabi bir gerçektir. Bu gerçeklikten hareketle; tüm İslam coğrafyasında üretilen sahte kavramların artık geçerli olmadığı bir dünya’ya merhaba demek gerekmez mi? Bizler bir kardeş olmanın lütfu zarureti ve gerekliliği altında bir şemsiyenin altında toplanmayalım mı? Neden bizleri engellemek istiyorlar? Hangi amacın peşindeler hiç düşünmedik mi? Elbette biliyoruz bu soruların cevabını. Ama korkmadan cesur adımlar atmak gerek. Rus, Amerikan, Alman, Fransız, İngiliz ve ötekiler ne işi var, bizim coğrafyamızda niçin at oynatıyorlar? Yoksa sömürülmek hoşumuza mı gidiyor? Onların bize reva gördüğü ithamlara, insansızlık içeren davranışlarına dur diyememekten aciz miyiz? Cevap verelim lütfen. Vahşi kapitalizmin bilmem ne liberalizmin ve sair diğerlerinin maskelerini düşürmek müslümanın görevi değil mi?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.