NEDEN TOPARLANAMIYORUZ (2)
30 Mart 2016, Çarşamba 08:41
(Geçen ki yazıdan devamla)- Hal böyle iken bu işlerin ” benim Hükümetim de olmaz, seninkinde olur diye basit sığ bir mantıkla ele almak ve değerlendirmek asla doğru ve akılcı bir yaklaşım olmaz” öyleyse meseleyi basit akıl çerçevesinde değil, Türkiye’mizin geleceği ile ilgili hayati bir noktadan bakarak değerlendirmek ve meseleye böyle yaklaşmak zorundayız, değilse yine kaybeden birbirimize düşürülen ve huzursuz olan bizler oluruz? Bence meseleye böyle bakmak lazım.
Ünlü bir tarihçimiz olan Niyazi Özdemir bizzat yaşadığı bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:
“Bir defasında Almanya’da bir sempozyuma katılmıştım, orada bir kadın doçent bana-birazda alaycı bir tavırla-sordu:’ Niyazi Bey, aslında sizin zengin ve güzel bir ülkeniz var, ama neden bir türlü toparlanamıyorsunuz?”
Bu soru karşısında bir an cevap veremedim ve dedim ki: Bu husus ta sizin bir fikriniz var mı? Dedi ki: Evet var,siz bu kafayla zor toparlanırsınız:Bakınız, ben sizin eski dilinizi inceledim ve şunu gördüm; siz de ta Asya’dan kalma “paşa” diye bir kelime var,aslında bunun aslı “baş ağa”dır ve ailenin en büyük çocuğuna isim olarak verilirdi.Sonra siz o kelimeyi asırlarca yaşattınız ve getirip Osmanlı Ülkesinde malum bir makam olarak “paşa” yaptınız.Bununla da kalmayıp,idareniz altındaki bütün milletlerin dillerine bu kelimeyi herhangi bir şekilde soktunuz.Sonra bir zaman geldi ki;güya eskiye olan düşmanlığınız ve bir devrin tasfiyesi olarak” paşa”yı yasakladınız ve onun yerine general’i aldınız.Ama bunu da beceremediniz; zira sizin Türkçede önce isim,sonra makam gelir.”Kemal Paşa” gibi. Ama siz bu değişikliği mesela;”İsmet General” yapamadınız,”General İsmet” yaptınız, böylece dilinizin kaidelerini bozmuş oldunuz”.
Bu iddia üzerinde kafa yormakta fayda var;”kadın haklı” desek kendimize en büyük hakareti yapmış oluruz. Daha da acı olan, bu felaket sadece bir paşa ile sınırlı kalmadı. Binlerce kelimenin başına gelmiştir. Yok,”haksız” desek o takdir de de buna bir cevap bulmak zorundayız.
Biz yine ikinci kısmı tercih ederek diyebilir ki; evet, biz 1877-78 Osmanlı-Rus harbiyle başlayıp, Birinci Dünya savaşıyla son bulan dehşetli bir yıkımı, sizin medeniyetiniz karşısında yaşadık, hatta birkaç yönden sizin de felaketiniz oldu. Sonra da elde kalan son kurşunu harcadık, bulamadığımız yerde süngüyle savaştık, aslanlar gibi kalkıp Lozan’a masaya oturmaya geldik. Zaten çok da büyük zaferler kazanacak mecalimiz kalmamıştı, hatta hayatında bir kere dahi diplomatik bir işte bulunmamış bir paşamızı heyetin başı olarak gönderdik, onu bir de siyaset dehası olarak gösterdik. Bir de baktık ki, dünyada ne kadar insafı olmayan dev varsa, gelmiş karşımızda oturmuşlar. Anlaşalım dedik, âmâ masadakiler bizden her şeyden önce ve her şeyiyle Osmanlılığımızı istediler, biz de verdik.
Bu cevap belki basitçe olurdu, ama zaten arif olana bir işaret bile yeter…
Niyazi Hocamızın işaret ettiği hususlar hiçbir siyasi-politik mecraya saptırılmadan aklıselim çerçevesinde değerlendirilecek objektif açıklamalardır. Yukarıda değindiğimiz gibi; mesele, sadece Türkiye’nin geleceğine birlik ve beraberliğine bütün olarak bakılarak ele alınmalı ve bulunduğumuz coğrafya üzerinde konumuzu genel dünya konjonktüründe yeniden masaya yatırılmalıdır. Hepimiz ülkemizi seviyoruz diyoruz ama gelinen noktada bir sivil toplum aynası olacak, Ülkenin kendi anayasasını bile yapamaz konuma getirip/ya da sürüncemede bırakıp; siyasi ve kısır çekişmelere alet ederek yaptığımız işleri elimize yüzümüze bulaştırıyoruz. Ne zaman “kendimiz” gibi olacağız inanın merak ediyorum. Ne zaman “Akıllanacağız” Ne zaman başkalarının art niyetlerine kanmayacağız, yine merak ediyorum. Hep başımız kumda mı olacak?
22 maddelik Siyonizm’in ana çalışma çerçevesinde, General Edmund Allenby, Kudüs şehrine 1917’de girdiğinde atından inerek, ayakkabılarını çıkarıyor yaya yürüyüp, Kudüs’ün manevi esintisinden duyduğu hazla bütün Hıristiyanlık Âlemine şöyle bir tebliğ yayınlıyor:
“Yüzyıllardan beri Müslümanlarla Haçlılar arasında süre gelen savaşlar, bugün Haçlıların zaferi ile son bulmuştur; kutlu olsun!”
2004 yılında da Washington Post gazetesi ”ABD ve müttefiklerinin hedefi sadece Irak değildir. Onlar Fas’tan Çin’e kadar yeni bir ekonomik ve siyasi yapılanmaya gitmek hedefindedirler. Herhalde BOP dedikleri şeyin sınırları tam olarak burasıdır…
Sizin de dikkatinizi çekti mi bilmem. Biz Kudüs’te Hıristiyan bir Ordu karşısında çekilirken, bizim bıraktığımız bu topraklar da, yani Kudüs’te Yahudiler oturuyor değil mi? 1990 yılında da her haliyle bir Yahudi-Hıristiyan ittifakı şer güçleri olarak İslam toplumlarına karşı birlikte hareket etmişlerdi?
Hatta bu husus da şunu da söyleyelim. Deseniz ki “Efendim biz laikiz, Bizim dinle ilişkimiz falan yok” bunları deseniz bile, yine onları inandıramazsın, bu bile onların bizim hakkımızdaki kötü niyetlerini engellemez. Bu nedenle gâvurlar istiyor diye kendi asli değer ve inançlarımızdan asla vazgeçmek olmaz/Olmamalı. Onun menfaati senin köleliğindedir unutma!
Biz yeneriz de yenilebiliriz de. Fakat asıl olan inançlardır. Bir toplumun hayatını inançları belirler. Göktürkler elli yıl Çin esaretinde kaldı ama sonunda yine zulümden kurtulmayı başardılar. Bizim handikabımız kendimize ait olan değerleri elimizin tersiyle düşüncesizce reddetmemizdir… Bir toplum kendi değerlerine düşman hale getirildi mi zaten orada hayat bitmiş demektir. Bugün yaşadığımız karmaşanın temelinde yatan nedenler bunlardır…
Ve bir şey daha; bize Lozan’da sınırları çizdirenler ve kabul etmemizi isteyenler asıl nede başarılı oldular biliyor musunuz? Söyleyim.”Asıl sınırları belirledikleri, çizdikleri çerçeve: belleklerimize zihinlerimize gönüllerimize kazıdıkları korku sınırları olmuştur. Gözümüze ve gönlümüze çizilen bu sınırlar bize ait değer yargılarımızı inanç kaynaklarımızı aldı götürdü/ ya da düşman hale getirdi. Birbirimizi iktidarıyla, muhalefetiyle Türkü’yle/ Kürdiyle/Laz’ıyla/ Çerkez’iyle/kısaca toplumun her kesimiyle; acımasızca anlamaz/anlayamaz duruma getirilmiş olmamızdır. Beni de kullandılar diyen bölücü başının açıklamaları Ergenekon bağlantılı beynelmilel bir derin yapının, Ülkemizde giriştiği oyunların bir varyasyonu olduğunun işareti değil mi? Bizler,ne zaman aklımız başımıza gelip de birbirimize “Buyurun Kardeşim” diyebileceğiz !O günler fazla uzak olmasın…
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.