Neyi tartışıyoruz
10 Aralık 2014, Çarşamba 08:45Ülkemizde en çok konuşulan tartışılan herkesin kendine göre yorum yaptığı konu; bildiğiniz gibi nüfus hanesinde yazılı olan “din”bahsidir.
Yaratılıştan ilâhi bir lütuf olarak mayasında yer alan inanç biçimi.
Biliriz ki; dünyaya gelen her canlı bizim inancımızda Müslüman olarak doğar, sonra ebeveynleri, yaşadığı ortam/çevreye göre şekillenen bir inanca yolculuk yapar.
Biliriz ki; Bir şeye inanma meyil yaratılış mayasında verildiğine göre insan kendini arayıp bulmalıdır önce. Sormalı kendine, kimim ve ben neyim, sonum ne olacak diye sormalı/sorabilmeli/kayıtsız kalmamalı,
Her şeyin bir tesadüf olmadığını, ilâhi bir nizamın kanunlarına göre işleyen bir düzeneğin saat gibi çalıştığını bunu koyanın kim olduğunu bilmek aramak ve doğruya ulaşmak zorunda.
Bilmek zorunda çünkü Türkiye’deki yetişen papatya ile dünyanın diğer yerlerinde yetişen papatyanın aynı olduğunu düşünen bir insanın; tevhid inancında Allah’a yöneleceği ve emri ilâhi doğrultusunda yaşamaya gayret göstereceği gerçeğini; artık insan anlamak ve O’na teslim olmak zorunda
Biliriz ki; İlâhi kanun olan din; Allah’ın yarattığı insana koyduğu kanunlardır.
Yarattığının istek ve ihtiyaçlarını O’ndan daha iyi kim bilebilir, kim daha iyi anlayabilir?
Şimdilerde tartışıyorlar
Din dersi daha doğrusu din kültürü dersinin durumu ne olsun.
Hadi söyleyin bakalım ne olsun ha, din dersi(kültürü) verilsin mi? Verilmesin mi?
İnsan bedeni gıda ihtiyaçlarını karşılarken ruhen gıda ihtiyaçları kendisinden uzak mı duracak? Ya da durdurulacak! Ondan uzak durmakla! Her şey istenildiği gibi mi yoluna girecek?
Bir babanın ya da annenin çocuğuna öğrettiği kendi öğrendikleri değil mi?
Bir baba ya da anne neyi inanç olarak neyi ne kadar öğrendiyse onlarla hayatını sürdürmüyor mu?
Ancak güçlü bir anne baba eğitimi alan ve sağlam bir inanca sahip olan ailenin çocukları ile değer verilmeyen ve hakları konusunda küçük yaştan başlayarak ötelenen bir ailenin çocukları bir olur mu?
İnsan, sahipsiz ve başıboş olmadığına göre prensipli ve disiplinli bir yaşama biçimini seçerek sağlıklı bir topluma adım atmak kötümü olur?
Bir örnek verelim. Konya’da Mevlâna ziyaret edilir, ama Mevlâna nasıl bir Allah(c.c.) dostu haline gelebildi? Nasıl bir eğitim aldı da böyle oldu? Nasıl yaşadı? Nasıl bir insandı? Nasıl gönül dostu/aşk eri oldu? Niye bunları kendimize sormuyoruz? Aynı şeyi diğer Hak dostu büyükler içinde sorabiliriz.
Yani şunu demek istiyorum. Birileri bir şeyi yaparken inancına gereken teslimiyeti göstererek samimiyetle sarılmışlar. İhlâsla hareket etmişler. Herkes Mevlâna gibi olamayabilir ama önce kendine dürüst olmayı/olması gerektiğini kul hakkına girmemesi gerektiğini bilebilir. İnandığı gibi yaşaması gerektiğini anlar. Böyle bir toplumun güçlü ve sağlıklı olduğunu bilir.
Şimdi çocuklara din verilmelimi yahut mecburiyetten çıkarılmalımı gibi anlamsız sorular soruyor hatta sanki Aleviliği ayrı bir din/mezhep/inanç biçimine sokarak bir kesim tarafından muaf tutulsun denilmeye çalışılarak enerjimizi tüketiyoruz.
Aynı Allah’ a inanıyoruz. Aynı Peygamberin ümmetiyiz.
Peygamberimizin torunlarını canımız öte seviyoruz ama iş öğrenmeye gelince maskeler düşüyor.
Şimdi şu var. Okul dinin öğrenilmesi konusunda yeterli mi? Hayır.
Aileler çocuklarına küçük yaştan itibaren yani kulağına okudukları ezandan itibaren sonuna kadar çocuklarıyla manevi irtibatlarını, anne baba çocuk hakları çerçevesi dâhil, koparmadan, sağlıklı iletişim kurabiliyorlar mı? Hayır.
Öyleyse başıboş yaratılmamış olan insanın alması gereken manevi değerleri/edep ve terbiyeyi alması gereken zamanda ve ölüme kadarda yeterli bir şekilde almamışsa; sahi bu boşluğu kimler dolduruyor? Düşündünüz mü?
Kimler demagoji ve fukara edebiyatıyla milletin yakasına kene gibi yapışarak bir daha bağlantıları koparmadan sırf siyasi ve kendine özgü amaç/planlamaları doğrultusunda hareket ediyor ve menfaati gereği bırakmak istemiyor? Aklınıza gelmiyor mu bunlar?
Şu TV’lerin programlarına bir bakın. Kimler nasıl genç nesil /geleceğimiz üzerinde kumar oynuyor? Bir görün, öğrenin ve anlayın. Bir nesil nasıl mahvedildi/mahvediliyor lütfen düşünün.
Programlar bir tablo sunmuyor mu halimizle ilgili. Biz kendi kapımızı sokağımızı temiz tutmadan kendimizi hazır hale getirmeden ahkâm kesiyoruz. Şu yetişen genç nesle bir bakın. Şu zafer meydanı size bir fikir vermiyor mu? Anlarsınız sokakların bir yerin aynası olduğunu. Değerlerin korunmadığı bir yerde, değersizler kendi istediklerini sana değer diye yuttururlar. Sokaklar bizim diye slogan atanlar, sana değerini/kültürünü ikram eder böylece.
Demek ki; neyi özleyip istiyorsan, nasıl yaşıyorsan, ömrünü neyle geçirip yol haritası oluşturuyorsan sen busun işte. Ne ekersen onu biçersin yani.
Sonuç; Beşikten mezara kadar devam eden bir imtihan dünyasında nefsimizin istekleri bize egemen değil, Rabbimizin emir ve yasaklarıyla oluşan ve azami yaşamaya çalıştığımız bir yol haritamız olsun. Gerisi boşa nefes tüketmekten öteye gitmez. Şimdi siz söyleyin? Kimin kuralları hayatınızda hâkim olsun? Yahut kimsiniz siz?
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.