NEZAKET
24 Aralık 2015, Perşembe 08:42
Hazer kıl kırma kalbin kimsenin cananı incitme
Esir-i gurbet-i nalân olan insanı incitme
Tarik-i aşkda bi-çareyi hicranı incitme
Sabır kıl her belaya hâne-yi Rahmanı incitme
Felekde hâsılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zî-şanı incitme
Bulaşma çirk-i dünyaya vücudun pak ü Tahirken
Güvenme mal ü mülk ü mansıba efnası zahirken
Nic? oldu malı Karunun felek bağında vafirken
Nedir bu sendeki etvar-ı dert gönlün misafirken
Felekde hâsılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zî-şanı incitme
Ehl-i irfanım deyü her yerde kendin atma meydana
El elden belki üstündür ne lazım uyma şeytana
Yakın olmak dilersin Hazret-i Hallak-ı ekvana
Cihanda tatlı dilli olması lazımdır insana
Felekde hâsılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zî-şanı incitme
Vefası var mıdır gör kim sana bu çarh-ı devranın
Eser yeller yerinde hani ya taht-ı Süleymanın
Yalınız adı kaldı âlem-i zahirde Lokmanın
Geçer bir lahzada rüya misali ömrü insanın
Felekde hâsılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zî-şanı incitme
Gönül ayinesin silmek gerekdir kalb-i agâheMuhabbet şems-i dogmuşken ne lazım mihr ile mâhe
Ne müşkil hacetin varsa heman arzeyle Allah’e
Der-i Mevla dururken bakma LÜTFÎ başka dergâhe
Felekde hâsılı insan isen bir canı incitme
Günahkâr olma fahr-i âlem-i zî-şanı incitme
Alvarlı Efe Hazretleri
İslâm nezaket ve nezahet dinidir. Kin, buğz, adavet, kırıcılık, sertlik dini değildir. Cenâb-ı Allah kendisine hâşâ rakîb olmaya kalkan Firavuna bile Hz. Musa ve Kardeşi Harun peygamberleri gönderirken “Ona karşı güler yüzlü, tatlı dilli”([1]) olun buyuruyor. Peygamber Efendimiz “güler yüz sadakadır”,([2])“Allah her işini yumuşaklıkla halledenleri sever” buyurur. O büyük insan hayatı boyunca kimseyi, dövmedi, kimseye sövmedi ve kimseye vurmadı.
Amerikalı Medeniyet Tarihçisi Wil Duran çok kıymetli eserinde şöyle der: “Şark nezaket ve görgüde garbı geçmişti”([3])
İsveç Krılı Demirbaş Şarl, Poltova Savaşında Ruslara yenilince Osmanlıya sığınmış ve senelerce misafirimiz olmuştur. O da dedelerimizi şöyle değerlendiriyor; “Ruslardan kurtuldum ama Türk nezaketinin esiri oldum.”([4])
Sultan Abdülhamid döneminde Osmanlı diyarına seyahat eden ve eser yazan Şibli Numani, Osmanlının son dönemlerinde bile onların nezaket ve güzel terbiyesini şu sözlerle dile getirir:
“Fedakârlık ve misafirperverlik Türklerin genel karekteridir. En yüksek Osmanlı devlet adamlarında görülen mütevazılık, nezaket ve sadelik hayret edilecek derecededir.”([5])
Osmanlının son temsilcilerinden olan Sultan Reşad’ın vezirleriyle, paşalarıyla, bürokratlarıyla bile konuşurken “arz ederim, istirham ederim” sözcüklerini kullandığı, nadir olarak kızdığı, çok öfkelendiği zaman da kimseyi incitmemek için hemen namaza durduğu, namaz kılıncaya kadar da öfkesinin geçtiği rivayetleri vardır.([6]) Buna rağmen İttihat ve Terakki mensuplarının parti taassubu, Osmanlı aleyhtarlığı ve Hanedan aleyhine yaptıkları aşırı propaganda neticesi, bu padişah aleyhinde bile söylenmedik kötü söz kalmamış, hatta Arabistan’da şu söz darb-ı mesel olmuştur:
Celese’r-Reşad
Heleke’l-İbad
“Reşad padişah oldu, Müslümanlar helâk oldu”([7]) Fakat tarihin İttihatçıları bugün nasıl yargıladığı malum.
“Nezaket; gönül gümrüklerini açabilen evrensel bir pasaporttur” demişler ama, bugün milletimiz maalesef bu güzel huy ve hasletlerinden nerdeyse tamamen arındırılmış durumdadır. Bugünkü nezaket anlayışımız Temel’inkine dönmüştür:
Temel kahveye hışımla gelince “hayrola temel” demişler, o, “pirüsü bana Temel çok naziksün, çok sempatüksün tedü” demiş. Bunların manası neymiş diye sormuşlar, o “pilmeyrüm” demiş. Ne yaptın diye sormuşlar; “ihtiyaten vurdim oni” demiş.
Vefat eden çok meşhur olan bir şarkıcımız üzerinden anlatırlar: Erzurum’da bir kahvehaneye varmış garsona; “beyefendi zahmet edip lütfen bana bir çay getirebilir misiniz?” deyince, garson duralamış ve “paran mı yok gardaş?” demiş, “hayır param falan var” deyince “ulan o zaman ne yalvarıyorsun” diye bağırmış. Demek ki bazıları efendiliği de hazmedemiyor.
Dipnotlar:
Hazer: Sakın, Nalan: İnleyen, Çirk: Pislik, Efnası zahirken: Son bulması açıkken,
Vafir: Çok, bol, Etvar: Tavır, hal, hareket, Ekvan: Kainat,
Carh-ı devran: Dönen dünya, Agâh: Bilgili, haberli, uyanık, Mihr: Güneş,
Mah: Ay, Der-i Mevla: Mevla kapısı.
1- Tâhâ Sûresi, 44.
2- Ahmet b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 344-360.
3- Wil Durant, a. g. e. s. 8.
4- Avni Arslan-Ziya Demirel, a. g. e. s.181.
5- Şibli Numani, “Seyahatname”, Risale Yay. Ter. Y.Karaca, İst.2002, s.116.
6- Lütfi Simavi, “Sultan Mehmet Reşat ve Halefinin Sarayında Gördüklerim”, Şehir Yay. İst.
2007, s. 265.
7- A. Ragıp Akyavaş, “Çalar Saat-1” TDV Yay. Ank. 2010. s. 25. 171.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.