NİĞBOLU ZAFERİ (1)
24 Eylül 2016, Cumartesi 09:42(25 Eylül l396) Yıldırım Bayezid, Osmanlı sultanlarının dördüncüsüdür. Babası Sultan I. Murad Hüdavendigâr I. Kosova Meydan Muharebesini kazanmış, savaş sahrasını gezerken yaralı Sırplardan Miloş isimli bir hain, bir şey söylemek bahanesiyle Sultana yaklaşıp kalbine hançer vurmak suretiyle onu şehit etmiştir.
Yıldırım babasının şahadetinden sonra 29 yaşında 1389 tarihinde Osmanlı tahtına geçmiştir. Dost ve düşman tarihçilerin ittifak ettiklerine göre Yıldırım; celalli, hareketli, vakur, cesaretli ve süratli bir padişahtır. Bu vasıflarından dolayı kendisine "Yıldırım" lâkabı verilmiştir.
Tahta geçer geçmez lakabıyla mütenasip hareketlere başlamış, Sırbistan’ı kesin itaat altına almış, Bosna, Bulgaristan’ın bazı bölümlerini ve Üsküp'ü fethetmiş, Saruhan, Aydın, Germiyan, Menteşe, Hamit ve Teke beyliklerine son vermiş, Karaman üzerine sefer açıp Konya’yı kuşatmıştır.
Her Osmanlı sultanının ideali haline gelen İstanbul’u fethedebilmek gayesiyle Anadolu Hisarını yaptırmış, Mora’ya seferler düzenlemiş ve Selanik’i fethetmiştir. Akıncılar Almanya toprakları içlerine kadar dalıp çıkmaya başlamışlardır.
Osmanlının şarkta ve garptaki bu faaliyetlerinden Hıristiyan âlemi fevkalade rahatsız olmuşlar, istikballerinden endişe ederek, Macar Kralı Sigismond ile Bizans İmparatoru Manuel, Papa Bonifacus'a elçiler göndererek; "Bu sıralar tedbir alınmaz, Osmanlıya dur denmezse, yakında bütün Avrupa ve Hıristiyanlık âleminin Osmanlı akıncılarının ayakları altında ezileceğini" büyük bir korku ile dile getirmişlerdir.
Papa'nın harekete geçip Hıristiyan âlemini ayaklandırması neticesinde, Fransa, İngiltere, İskoçya, Almanya, Polonya Bohemya, Avusturya, Macaristan, İtalya, İsviçre, Belçika, Venedik, Rodos Şövalyeleri ve sair Avrupa devletlerinden bir Ehl-i Salîb ordusu teşekkül etmiştir.
İmparatorların, kralların, prenslerin, büyük kumandanların katılmasıyla sayıları 200 bine ulaşan bu haçlı ordusu, Macaristan’da ikiye ayrılıp bir kolu Sırbistan, bir kolu da Eflak üzerinden ilerleyip, Tuna'nın sahili üzerindeki Niğbolu kalesi önünde birleşmişlerdir.
Canavarlar sürüsü gibi geçtikleri her yerde masum ve silahsız Türkleri vahşiyane bir şekilde boğazlamışlar, teslim olanlara bile merhamet etmemişlerdir.
Yıldırım'ı İstanbul muhasarasıyla meşgul bildikleri için, Niğbolu kalesi etrafında 15 gün içip sarhoş olup nara atmışlar, bu esnada Yıldırım’ın şimşek gibi üzerlerine geldiğinden haberdar olmamışlardır.
Bunların gafletine bakın ki, bazı tarihi kayıtlarda şunlar yazılıdır: Yıldırım Bayezid tek başına kılık değiştirip bunların içinden geçip, bunların kuşatması altındaki kale surları önüne gelip, kale kumandanı Doğan Bey'le konuşup bilgi aldıktan sonra geri dönmüştür.([1])
Haçlı ordusu sayılarına güvenmişler, vurdumduymaz bir tavır sergilemişler, hatta Osmanlı Sultanı Yıldırım’ın korkusundan Mısır’a kaçtığı söylentilerini yaymışlar, Yıldırım Ordularının çok yaklaştığı haberini getiren iki gözcünün söylediklerini alaya almışlar, yalan söylediklerini iddia ederek zavallıların kulaklarını kesmişlerdir. Kimse kimseyi dinlemiyor, emir komuta diye bir şey söz konusu değildir. Etraftaki Türk ve Hıristiyan köylerinden topladıklarını yiyip, içip sarhoş olup nara atmakla vakit geçiriyorlar.
25 Eylül sabahı Osmanlı ordusunu karşılarında görünce aptallaşmışlar, Anadolu’dan şimşek hızıyla gelen Yıldırım 60-70 bin kişilik ordusunu Hilâl şeklinde yerleştirmiş, haçlı sürülerinin karşısına iman ve ihlas abidesi gibi dimdik durmuştur.
Savaş başlayınca, Osmanlının savaş taktiğini bilmeyen Avrupalı asker ve kumandanlar, Hilâlin karnına doğru hücum etmiş, Yıldırımın askerleri çekildikçe zafere ulaşıyoruz zannıyla, tedbirsiz ve ihtiyatsızca ileriye doğru koşmuşlar, Hilâlin uçlarının kapanıp arkalarının çevrildiğini anladıklarında artık iş işten geçmiştir.
Osmanlıyı tanıyan ve Hilâlin içine dalmayan Macar Kralı Sigimond, Eflak Prensi Mirce gibileri daha savaşın yarısında neticenin ne olacağını kestirdikleri için canlarını zor kurtarıp kaçmışlardır. Büyük bir imha savaşı olan Niğbolu’da birçok kral, prens ve asilzade öldürülmüş, yine birçoğu da esir edilmiştir.
Dipnot:
[1]- Y. Öztuna,“Büyük Türkiye Tarihi”,c.2,s.327,“Osmanlı Tarihi Kronolojisi”,c.1.s.106.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.