NİMET
03 Kasım 2016, Perşembe 07:40Vuslat ne dedim âhiri hicran dediler
Dertler ne dedim âşığa derman dediler
Gül gonca çemen lâle karanfil nilüfer
Bunlar ne dedim nimet-i Rahman dediler
Veysel Öksüz
Rabbimiz bize, çeşidiyle, rengiyle, kokusuyla, tadıyla, görüntüsüyle…“sayamayacağımız kadar çok” nimet vermiştir.([1]) Kara, hava ve deniz hayvanlarıyla, milyonlarca çeşide varan meyve, sebze ve nebatlarıyla her şey insanoğlu için yaratılmış,([2]) ve insanoğlunun hizmetine sunulmuştur. Görünce korkup, ürktüğümüz yılan, akrep vb. hayvanların zehirlerinden bile bizler için ilaçlar yapılmaktadır. Kısacası kâinat bizler için yaratılmıştır. Hepsi ayrı ayrı nimetlerdir. Biz sahip olduğumuz nimetlerinin çoğunun farkında değiliz, ancak zayiinde (kaybedince) bunların farkına varabiliyoruz. Fıtnat Hanım’ın dediği gibi:
Bilmedim zevk-i visâlin çekmeyince firkatin
Olmayınca hasta kadrin bilmez âdem sıhhatin
“Ayrılık acısını tatmayınca, kavuşmanın zevkini de bilemiyorum. Tıpkı insanın hastalanmadan sıhhatin kadrini bilmediği gibi.”
Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle buyurmuştur:
“İman müstesna, hiçbir kimseye sıhhatten daha kıymetli bir nimet verilmemiştir.” ([3])
Bu gerçekleri Şeyh Sadi “her nefes alış verişte Allah bize iki defa hayat veriyor” sözüyle perçinliyor.
Bir gözün yaptığı görevi hakkıyla yapacak bir makine yapılabilse, milyar dolarlar değerinde ve stadyum büyüklüğünde olması gerekir deniyor.
"Fani dünya hoştur amma, akıbet mevt olmasa". Şair böyle diyor ama, sonu ölüm olmasa belki dünya bu kadar hoş ve güzel olmazdı. Ölümün, hastalıkların([4]) aslında büyük bir nimet olduğunu sevgili Peygamberimiz hadislerinde bildiriyor. Necip Fazıl merhum da şöyle der:
Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber.
Hiç güzel olmasaydı, ölür müydü Peygamber?
Esas güzel olan, hoş olan, bâkı olan ahirettir. Dünya o güzelliğe bizi ulaştıran bir köprü, bir vasıtadır. Gerçek müminin en büyük arzu ve ideali, cennete girip Cemâlullahı görebilmektir. Buda ölmeden mümkün olmayacağına göre, ölüm de güzeldir ve nimettir. Ölemeyip, yatalak, başkalarına muhtaç, gece gündüz ölümü temenni eden, “Azrail (a.s.) bizim ismimizi kayıp mı etti” gibi sözler söyleyenler de, bu söylenenlere en güzel delildir.
Bir dilim ekmeğin midemize ininceye kadar 900 kişiye yakın insanın elinin değmesi gerektiğini([5]) idrak ederek, ne büyük nimetler içinde olduğumuzun bilincinde olmamız gerekir. Her bir nimeti tattığımız zaman, nimeti vereni hatırlamalıyız. Nimeti vereni hatırlamak, nimetin verdiği lezzetten daha lezzetlidir.
Osmanlıda Huzur Dersleri diye bir adet vardır. Sultanlar zaman zaman, bilhassa ramazan aylarında daha da sıkça, değişik ilim erbabı, tasavvuf erbabı, tarikat erbabı ile sohbet, münakaşa ve münazaralar tertip ettirirlerdi. Sultan lll. Mustafa da böyle bir toplantıda: “Allah'ın verdiği en büyük nimet nedir?” diye sorar. Herkes değişik şekilde görüşlerini dile getirir. Yakasında yaz kış devamlı lâle taşıdığı için; Lâleli Baba lâkabıyla anılan bir gönül eri, hiç ses çıkarmayınca Padişahın dikkatini çeker ve görüşünü sorar. O: “Sultanın Allah'ın nimetlerinin büyüğü küçüğü olmaz. Hepsi yerine göre önemli ve büyüktür. Meselâ önemsemediğimiz küçük abdest bozmak bile çok önemlidir...” deyince padişah cevabı beğenmez ve içinden; “Evliya denen şu adamın verdiği cevaba bak...” gibi düşünceler geçirir. Meclis dağılır. Padişah yatacak küçük abdest bozmaya çıkar ama mümkün değil. Defalarca bu hâl vuku bulur, ama bir türlü def’i hacet edip rahatlayamaz. Sabaha karşı çok zor durumda iken yaptığı hatayı anlar ve hemen Lâleli Babaya gider. Yalvarır: “Ben hatamı anladım. Allah'ın nimetini küçümsedim. Ne olur dua et de Allah beni bu sıkıntıdan kurtarsın. Çok zor durumdayım. İstersen yaptırmakta olduğum camiyi sana bağışlayayım. Yeter ki bu sıkıntıdan kurtulayım...” der. Erenler duâ eder Allah kabul eder ve Padişah kurtulur. Böylece padişahların yaptırdığı bütün camiler kendi isimleriyle anıldığı halde,Sultan lll. Mustafa’nın yaptırdığı cami Lâleli Camii diye isimlendirilmiştir.([6])
Abbasi Halifelerinden meşhur Harun Reşid ölmüş o esnada kardeşi Behlül Dânâ’ya seni halife yapalım demişler o;
“Müsaade edin de bir istişare edeyim” demiş ve tuvalete girip çıkmış;
“Olamam kusura bakmayın” demiş. Sebebini sormuşlar:
“İstişare ettiklerim müsaade etmedi” demiş. Kiminle konuştun demişler:
“Girdiğim yerdekilerle.. Onlar dedi ki: Sakın ha insanların içine fazla girme, aralarına karışma ve onlara bulaşma. Bak biz onların içine girmeden, ekmek, aş, üzüm, elma gibi her yönüyle ne güzel nimetler idik, bir de şimdiki halimize bak!..”
Sevgili Peygamberimiz; “Ümmetim ahir zamanda iki nimet hususunda aldanacaklar, sıhhatlerini koruma ve boş vakitlerini değerlendirme”([7]) buyuruyor. Gerçekten bugün kahvehanelerde, demhanelerde, İnternet Kafelerde, kumar masalarında, televizyon başlarında ömür tüketen insanları gördükçe, asırlar öncesinden söylenmiş bu ve benzeri hadisleri insan daha iyi anlıyor.
Dipnotlar:
1- İbrahim Sûresi, 34.
2- Câsiye Sûresi, 13.
3- İbrahim Canan, “Hadis Ansiklopedisi”, c. 17, s. 248.
4- Tahirül Mevlevî, a. g. e. c. 2, s. 390.
5- Hasan Çifçi, “Hiciv ve Sosyal Eleştiri”,Kültür Bak.Yay.Ank. 2002, s. 214.
6- Tarih ve Düşünce Dergisi, 2001, sayı 13, s. 70.
7- Buhârî Rikak 1, Tirmizî Zühd 1, (2305).
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.