ODUN SOBASI VE YENİ ŞARTLAR
22 Şubat 2021, Pazartesi 09:21Küçük bir kazanı andırıyordu.
Önünde açıp kapamaya yarayan bir kapak, üstünde de insan avucu kadar yuvarlak bir delik olurdu.
Siyah borularla evin bacasına bağlanır ve kış aylarında evin ısınması için kullanılırdı.
Kırsal da yaşayan insanlar o sobalarda hayvan dışkısından yapılan küçük ve yuvarlak kemreleri ısınmak için yakarlardı.
Kemreler, bir çeşit odun vazifesi görürdü.
Sobaların üstüne konulan içi dolu ibrik ve güğümlerle suyun kaynaması sağlanırdı.. Kaynayan o sularla çamaşırlar, bulaşıklar yıkanır ve insanlar da leğende yakınırdı.
Sabun fazla yoktu. Sabunun yerine yoksul aileler daha çok kil kullanırdı.. Kil, sabun vazifesi görürdü. Çocuklarına küçük leğenlerde banyo yaptıran annelerin elindeki bakır banyo tasları, çocukların banyo esnasında etrafa su sıçratmamas ve kıpraşmaması için aynı zamanda bir terbiye aracıydı.
Banyo yapılacak yer yoktu.
Banyo, leğendi.
Banyo için gerekli olan sıcak su da, kemre ateşinde sobanın üstünde kaynayan suydu.
Sonraki yıllar da evlerin bir köşesine daha çok da sobanın yandığı odalara banyo yapmak için ilkel “yüklükler” yapıldı.
Hayvan dışkısından yapılan kemreler kor haline geldikten sonra , sobadan çıkartılarak mangala konulur ve eğer başka bir oda da yatması gereken misafir varsa oraya götürülürdü. Aile bireyleri anne, baba ve çocuklar zaten yer yataklarında ve aynı oda da yatardı.
Kırsal da yaşayan insanlar kemre tükenince sözünü ettiğimiz sobalarda saman yakardı.
Saman boldu.
Parayla bile satılmazdı.
Sobalara saman doldurulur ve üstteki kapak açılarak yakılır ve ateş alması sağlanırdı.
Sobalarda yanan kemrelerin ve samanların kokusu farklıydı. Fakat mecburiyet vardı, yakmak zorundaydı insanlar.
Ormanı bulunan köyler ise ova köylerine nazaran şanslıydı. Ormandaki ağaçları bir şekilde kesiyor, sırtlarına yüklüyor ve evinin önüne getirip küçük parçalara ayırdıktan sonra ısınma ve diğer ihtiyaçlarını karşılıyorlardı.
O yıllar da şehrin insanları da ısınmak için kışın odun kullanıyordu.
Kullanılar soba da, odun sobasıydı.
Sobaları yerleştirilen odunlar, çam,çıra, kağıt, çaput ne varsa tutuştulurdu.
Şehrin yoksulları da kavak ağaçlarının el marifetiyle soyulmasından el de edilen kavak kabuklarını yazın satın alır, evinin önüne getirir kurutur ve kışın da odun olarak kullanırdı.
Yemekler mi diyeceksiniz?
Yemekler de kışın sobaların üstünde pişirilirdi.
Durumu iyi olanlar da yemeklerini gaz ocağı denilen ve bugünkü piknik tüpü diyebileceğimiz üç ayaklı ocakların üstünde pişirirdi.. Bu ocaklar ispirto ile ateşlenir, gazla da yanardı.
Yaz günlerinde de yemekler dışarda derme çatma ve çalı çırpı ile yanan ocakların üstünde yapılırdı. Bağı, bahçesi olmayanlar da yemek için yaz günlerinde yine gaz ocağı kullanırdı.
Aradan yıllar geçti.
Kırsalın insanı dağ-ova köyü ayrımı olmadan odunla tanıştı.
Eş zamanda şehrin insanları da kömür kullanmaya başlamıştı.
Kömür Ilgın kömürüydü.
Kömür, Kütahya’nın Seyit Ömer kömürüydü.
Kömür, Ermenek kömüydü.
Bir kaç kömür cinsi daha vardı, adını hatırlayamadığım.
İyi kömür, kötü kömür vardı.
Varlıklı aileler iyi kömür, yoksul aileler de mecburen kötü kömür alırdı.
Yoksulun kaderiydi zaten tarihler boyu, kötüye razı olmak.
Kömür öyle sanıldığı gibi kolay da alınmıyordu. Satışlar Kömür Tevzii marifetiyle yapılıyordu. Kömür satışları devlet tarafından ve bu tevzii aracılığıyla yapılıyordu.. Kış aylarında Konya’da İstasyon civarında bulunan Kömür Tevzii Depolarının önünde yüzlerce ticari at arabası olurdu.. Sırası gelen, parası olan kömürünü alır at arabasına yükler, üstüne de biner ve evine kömür almış olmanın zafer sarhoşluğu ile dönerdi.. Evine kömür almaya beceren babalar, aile içinde kahraman muamelesi görürdü.
Kömür alabilmek mahallede de üstünlük sayılırdı.
Çünkü her ailenin kömür alacak ekonomik gücü yoktu.
İş yoktu, işsizlik de had safhadaydı.
Yalnız odun ve kömür değil, insanın her türlü ihtiyacı gelirine göre, ekonomisine göre şekil alıyordu doğal olarak.
Gelirin varsa, paran varsa gücün de var.
Yoksa.. Vay haline.. İnsanın kaderi bu malesef..
Dün böyleydi, bugün de böyle..
İktidarlara göre de fazla değişmiyor bu kader.
Değişecek gibi de görünmüyor ne yazık ki bu konuda yaşanan bilgi kirliliği ile.
Sonra..
Başka ve daha kalıcı tedbirler gerekiyor yoksul ve dar gelirlilerin kötü kaderlerinin üstesinden gelebilmeleri için. Böyle gelmiş, böyle gitmemeli anlayacağınız.
İhtiyaç sahiplerine devlet tarafından balık veriliyor ama yetmiyor. Balık verilen insanın karnı bir gün, iki gün doyar. Balık tutması öğretilen insanın karnı ise her gün ve her zaman doyar. Verilen balık işsiz ve yoksul insanlara kömür, gıda ve devletin yaptığı diğer sosyal yardımlardan ziyade iş olmalı, istihdam olmalı.. Sonra işçiye, memura, emekliye ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar para ve ücret olmalı.
Bugün, dün değil.
Tek örnek verelim: Dün insanlar kışın ısınmak için odun ve kömür kullanıyordu. Yemek yapabilmek için ilkel araçlar kullanıyordu. Banyo için ibrik, güğüm ve leğen kullanıyordu. Günümüzde bunların ne olduğunu ve ne işe yaradığını toplumda kaç kişi biliyor?
Dünya değişti, ihtiyaçlar da buna göre değişti, gelişti ve çeşitlendi.
İnsanlar bambaşka bir hayat içinde yaşıyor gelişmelere paralel olarak.
Demem o ki;
Yoksul ve dar gelirli insanlara, işsizlere, ihtiyaç sahiplerine balık vermekten ziyade..
Balık tutmayı öğretmek lazım.. Bunun bir yolu olmalı, o yol mutlaka bulunmalı.
Aksi takdirde yoksulluk toplumun bir kesimi için katlanması zor bir kader olarak sürüp gidecek. Sürerken de beraberinde farklı sorunlar meydana getirecek. Yıllar öncesine dönüşün işaretleri var günümüzde ısınma, gıda ve zaruri ihtiyaçlar noktasında. Bu durum, bu dönem değiştirilebilir.. Bu bir fırsattır, bu fırksatı kaçırmamak gerekir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.