Ölmeden Önce Verebilmek
04 Aralık 2017, Pazartesi 07:12Cenâb-ı Hak, kullarına karşı çok merhametli ve lütufkârdır. Bu sebeple onların işlerini dâimâ kolaylaştırır ve hatalarını da devamlı affeder. Kulları kendisine samimiyetle yöneldiğinde onların azını çoğa sayıp karşılığını fazlasıyla verir.
Osmanlı âlimlerinden Üçbaş Nureddin Hamza Efendi, malını fazla harcamaz, hep biriktirirmiş. Ata binmez, eski elbise ve ayakkabı ile yetinir, böylece tasarruf ederek israftan sakınırmış. Bundan dolayı halk arasında “paracı hoca” olarak tanınmış. Daha sonra biriktirdiği para ile Fatih Karakümrük’te önce Üçbaş Medresesi’ni, daha sonra da Üçbaş Mescidi’ni yaptırmış. Bunu duyanlar şaşırmışlar ve:
“–Hocam, siz parayı çok severdiniz. Nasıl oldu da paraya kıyıp bu hayrâtı yaptırdınız?” demişler. Hoca Efendi:
“–Evlatlarım! Sizler haklısınız. Ben parayı çok severim. Bunun için de paramın dünyada kalmasına gönlüm râzı olmadı. Onu kendimden önce âhirete gönderdim” cevâbını verdi.(1)
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Allah yolunda mallarını harcayanların misâli, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allâh’ın lûtfu geniştir, O her şeyi bilir.”(2)
“…Allâh’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız, Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere…”(3)
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde bu hususa şöyle dikkat çekmektedir.
“Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlardan ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte kalır.”(4)
Gerçek yaşam alanı olan ahiret için bu dünya, imtihan sahası olarak belirlenmiştir. Bu hayata gelen her bir birey için ayrı bir imtihan gerçekleştirilmiş, bu imtihanda niceleri başarılı olurken niceleri de kaybetmiştir.
Durum böyle iken insanoğluna verilen mal, evlât, sağlık velhasıl sayısız nimetlerin az veya çok olması kişinin imtihanı olacağı için sahip olduğu nimetlere şükrederek, yokluğuna da sabrederek ahiret gününde kazançlı çıkmak için gayret etmelidir.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)’ın halîfeliği döneminde bir ara Medîne-i Münevvere’de kıtlık başgösterir. Tam da o sırada Hazret-i Osman (r.a.)’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşuşurlar. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hazret-i Osman (r.a.) ise:
“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der.
Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halîfe Hazret-i Ebû Bekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hazret-i Osman (r.a.)’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler.
Hazret-i Ebû Bekir (r.a.) ise, o fazîlet ehli sahâbînin bu davranışının altında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek:
“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz. O, Rasûlullah (s.a.v.)’in damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” der. Ardından beraberce Hazret-i Osman’a giderler. Hazret-i Ebû Bekir (r.a.):
“−Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hazret-i Osman (r.a.):
“−Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyorlar, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan Cenâb-ı Hak ise, bire yedi yüz veriyor.
Biz buğdayı, bire yedi yüz vererek alana sattık.” buyurur.
Sonra da yüz deve yükü buğdayı, Allah rızâsı için Medîne fukarâsına dağıtır. Kervandaki yüz deveyi de kurban eder.
Buna çok sevinen Ebû Bekir (r.a.), Hazret-i Osman’ı alnından öper ve:
“−Ashâbın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim...” buyurur.
Mühim olan; “gönül zengini” olabilmektir. Bu ilâhî imtihan âleminde ne kadar kırık kalbi tesellî edebilirsek, ne kadar mahzun ve mazlumların gönlünü alabilirsek, o kadar gönül zenginiyiz demektir. Gerçek zenginlik de budur.
Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurur:
“Sen varını-yoğunu, malını-mülkünü ver de bir gönül yap! Yap da o gönül; mezarda, o kapkara gecede sana ışık versin!..
Muhyiddîn-i Arabî Hazretleri bu hakîkati şöyle ifade buyurur:
“Maddiyâta meyledenler için hayat, deniz suyu içmeye benzer; içtikçe susarlar, susadıkça içerler.”
Bunun içindir ki Yunus Emre Hazretleri şöyle der:
Ne varlığa sevinirim,
Ne yokluğa yerinirim,
Aşkın ile avunurum,
Bana Sen’i gerek Sen’i!..
Cenâb-ı Hakk’tan dileğimiz; kendi rızasına uygun davranışlar sergilemeyi, ömür sermayesinin kıymetini bilip iyi işlerle meşgul olmayı, iyi kimselerle beraber olmayı, dünyadan iyi şekilde ayrılmayı, ardımızdan iyi nesiller bırakmayı, salihlerle mahşer meydanında toplanmayı, Efendimiz (s.a.v.) ile beraber cennete girmeyi hepimize nasip etsin.
Gönülden Muhabbetlerimle…
Dipnotlar:
1-Taşköprüzâde, eş-Şekâiku’n-Numaniyye, (thk. A. Suphi Furat), s. 540-541.
2-el-Bakara, 261.
3-el-Müzzemmil, 20.
4-Riyazü’s-Salihin, Hadis No: 462.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.