ORUÇ VE RAMAZAN AYI (4)
24 Mayıs 2018, Perşembe 07:33Ramazan: kelimesinin lügat manalarının içinde pota, madenlerin eritildiği fırın gibi manalarda var. Nasıl ki, madenler bu yüksek ısılı fırınlarda pisliklerinden, posalarından, atık maddelerinden arınır, saf maden haline gelirse, mümin de, ramazan ayında tuttuğu oruçla, ve yaptığı ibadetlerle rahmet fırınlarında yanıp tertemiz hale geliyor, günah ve cürümlerinden temizleniyor denebilir.
Zekât: temizleme manasınadır. Malın zekatı dendiğinde: Kişi malının içine bilmediği yollardan ve mecralardan haram, yani manevi pislik karışmış ise bunu temizler. (Bilerek karıştırırsa o kul hakkına girer ve temizlenmez). Şu hadis-i şerif ne kadar manidar:
“Her şeyin bir zekâtı (temizleyicisi) vardır. Bedenin zekatı da oruçtur”(1) Oruç bedeni maddi ve manevi kirlilikten temizler ve Ramazan ayı hakkıyla ihya edilebilirse müminler bayram sabahına tertemiz bir amel defteri ile çıkabilir.
Oruç Ruhun Gıdasıdır:
İslâm’a göre insan iki unsurdan yaratılmıştır; Madde ve Ruh. Kur’an-ı Kerimde ruhla ilgili birçok ayet vardır. Ruh manevi bir güçtür. İnsan ancak ruhuyla insandır. Ruhsuz bir beden ölüdür, işe yaramaz, kuşla kafesi misali veya elmasla kutusu misali. Yüz sene yaşasa bir şey olmayan beden, Bu kuş uçup gittiği takdirde birkaç saat içinde kokuşur ve yanında durulmaz hale gelir. Onun için şair şöyle demiştir:
“Nefse hâkim ol ve onun faziletlerini tamamlayıp geliştir. Çünkü sen bedeninle değil, ruhunla insansın.(2)
Ruhun varlığını bazı nüans farkları ile bütün ilim erbabı hatta ateist insanlar bile inkâr edememektedirler. Fizyolojik Tıp 1963 Nobel Ödülü sahibi Sir John Ekler, Fizik dalında yine Nobel Ödülü sahibi Ergene Vağner, çağın en güçlü bilim felsefecisi Sir Karl Papen ve benzeri birçok otorite insandaki manevi bir gücün varlığını, ve ana karnında iken çocuğa verildiğini ispat ve ikrar etmişlerdir.(3) Koskoca fabrikaların, komplekslerin beyin denen küçücük bir parçayı, veya saatlere mercimek kadar pili takmadan çalışmadığı, bunlar bünyelerine girince fonksiyonlarına başladıkları gibi, bedende ruhla diridir ve haydir.
Hal böyle olunca; Bedenin çeşitli gıdalarla doyurulup beslendiği gibi, ruhunda kendine mahsus gıdalarla beslenmesi, doyurulması gerekir. Aksi olursa insan dengeli hareket edemez ve insana mahsus misyonu hakkıyla yerine getiremez. Satanistler, sadistler, egoistler, alkolikler vb. isimler altında dışa vurumlar hep bu gerçeğin tezahürüdür.
İntihar olaylarının çok fakir ülkelerde değil de, en fazla gelişmiş ve fakat manevi bilgilerden ve duygulardan yoksun kalmış ülkeler olan Danimarka, Hollanda, İsveç, Almanya...gibi yerlerde çok fazla olması yine bu gerçeğe bariz misaldir.
O halde başta oruç olmak üzere, namaz, zekât, sadaka ve diğer iyilikler ruhu doyuran, ona itminan kazandıran manevi gıdalardır.(4)
Oruç Sıhhat Kaynağıdır:
Çağımızın hastalığı şişmanlık ve ondan kaynaklanan kalp, damar, kollestrol, tansiyon ve benzerleridir. En çok ölümler bunlardan olmaktadır. Buda tabi ki, çok yemekten, oburluktan, aşırı beslenmekten ve az hareket etmektendir. Bazı hadislerden anlaşıldığı üzere Resûlullah şişmanlığa pek sıcak bakmamaktadır. Az ve öz yeme, doymadan kalkma ve fazla kilolu olmama hususunda birçok tavsiyeleri vardır.
“Az yiyiniz, hasta olmayınız”, “İnsanoğlunun bedenine midesinden daha zararlı bir uzuv yerleştirilmemiştir”, “Sofradan daha iştahınız varken kalkınız. Tıka basa midenizi doldurmayınız”(5), gibi tavsiyeleri vardır.
Beş bin sene önce yapılan Mısır Piramitlerinde: “İnsan yediklerinin üçte biri ile yaşar, üçte ikisi ile doktorunu geçindirir” diye yazıyor. Yani çok yemenin zararları günümüzde değil, asırlar öncesinden bilinen bir gerçektir.
Romalılar savaşçı ve sömürgeci insanlardı. İşgal ettikleri yerlerdeki insan gücünü ve zenginlikleri Roma’ya aktardıkları için aşırı bir konfor içinde yaşarlardı. Hatta oburluk hususunda o kadar ileri gitmişlerdi ki, bir sofrada tıka basa yerler, bir kenarda yediklerini yanlarında taşıdıkları kartal tüylerini boğazlarına sokmak suretiyle çıkarırlar, sonra tekrar sofraya oturup yeniden yerlermiş.
Üstelik hiç çalışmaz, her işlerini kölelere yaptırırlar, kendilerini bile tahterevalli üzerinde esirlere taşıtırlarmış. Fakat ortalama ömürleri 35-40 yaşa inivermiş. Yapılan tarihi ve tıbbı incelemeler bunu çok yemelerine ve çalışmamalarına bağlamaktadır.(6)
Dipnotlar:
1- İbni Mace, “Terğıb ve Terhib Tercümesi”, c. 2, s. 414.
2- Ferit Kam, “Dinî Felsefî Sohbetler”, DİB Yay. Ank. Tarihsiz, s. 113. (Burada kaynak
gösterilmemiş ama; beyit, Afganistanlı şair Ebül Feth el-Büstî (330-400 H.) nin
“Kaside-i Nuriye” üzrine yazdığı şerhten alınmıştır.
3- Zafer Dergisi, sayı: 92, s. 16.
4- Hürriyet Gazetesi, 24. 08. 1994.
5- Tirmizî, Zühd, 47 (2381); İbni Mâce, Et’ıme, 50 (3349).
6- Tahirül Mevlevi, “Mesnevi Şerhi”, cilt 6, sayfa 9.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.