OSMANLI ELÇİLERİ(2)
21 Temmuz 2017, Cuma 07:16Karlofça Antlaşması (1699) yapılırken, Osmanlı bunun farkına varmış, orduları yenilmiş, şartlar değişmiş, Osmanlının eski Osmanlı, Avrupa’nın de geçmişteki Avrupa olmadığı görülmüş ama atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra. Yani Osmanlı bu üstünlük duygusundan dolayı Avrupa devletlerinden elçi almış ama elçi vermemiş yani 300 sene “karşılıksız diplomasi” uygulamış, tabiî ki bunun birçok zararlarını görmüştür.
Elçiler bir yerde imtiyazlı casuslardır. Bulundukları memleketlerin ahvâlini kendi devletine bildirmek ona göre tedbir ve takdirlerin alınmasını sağlamak göreviyle gönderilir. Osmanlı 300 sene elçi göndermeyince Avrupa’nın gün be gün ilerlemesini, terakkisini, sömürgecilik neticesi geldiği zenginlik seviyesini, Rönesans sonucu ilim, fen ve teknolojide kat ettiği mesafeyi gözlemleyememiş, tâkip ve tarassut edememiş, etmeye başladığı dönemlerde de atı alan Üsküdar’ı geçmiştir.
Sınır komşuları Avusturya İmparatorluğu bile Viyana’da 1753 de görev alacak elçileri yetiştirmek üzere Şark Dilleri Akademisini kurarken, Osmanlı son dönemlerine kadar dış elçiliklerinde çalıştıracak dil bilen eleman sıkıntısı çekmiş, bu en hassas bürolarda Ermeni, Rum, Yahûdi gibi azınlıklardan adamlar çalıştırmış, onların oyuncağı olmuş ve birçok hıyanetleri ile karşılaşmıştır.(1)
Osmanlı Avrupalı tüccarlara Kapitülasyon avantajlarını verirken, aynı muadilini kendisi de almış ama Türklerin tüccar ruhlu olmamaları ve Avrupa devletlerinde elçilerinin yani tüccarlarının haklarını arayıp savunacak dış temsilciliklerinin bulunmaması yüzünden önce aleyhimize dönmüş daha sonra da başımıza belâ olmuştur. Ayrıca diplomatik teamülleri uygulama hususunda da acemilikler yaşanmıştır.
Osmanlının 1569 da Fransa’ya, 1580 İngiltere’ye 1612 de Hollanda’ya verilen kapitülasyon imtiyazlarını basiretsiz olduklarından değil, bilakis büyük bir siyasî hesap ile vermiştir. Çünkü o dönemin en güçlü devletleri Venedik ve Avusturya’daki Hasburglar hânedanı idi. Osmanlı yukarıda sayılan devletlere imtiyaz tanıyıp güçlendirmekle, bu güçlü düşmanlarının karşısına güçlü rakipler çıkarmayı dolayısıyla kendi karşısındaki düşman güçlerini zayıflatmayı amaçlamıştır. Aksi halde en güçlü oldukları dönemde böyle bir şeye neye ihtiyaç duysunlar.
Katolikliğe karşı Protestanlığı desteklemesi de yine aynı politika gereğidir. Yani yeni mezhebi destekleyerek Katolik âlemini bölmek ve zayıflatmak, düşmanları arasındaki ittifakları önlemek içindir.
Almanya’dan kaçan birçok Protestan Osmanlı idâresi altındaki topraklara sığınmışlar ve çok rahat etmişler. Bu da Osmanlı ile ilgili Avrupa’da oluşturulan kötü imajı düzeltmiş ve iftiraların aslının olmadığını ortaya çıkarmıştır.
Katolik İmparator Şrlken Türklerle savaşabilmek için Alman prensliklerinden asker toplamak istediği zaman onlar; “biz Protestan’ız bizim mezhebimizi de tanırsan geliriz” demişler,(2) böyle Osmanlı her yönden Protestanlığın gelişmesine yani Katolikliğe nazaran daha rasyonel ve objektif yeni bir mezhebin oluşmasına faydalı olmuşlardır.
1699 Karlofça Anlaşması ile Avrupa’nın ne kadar değiştiğini, şartların ne kadar aleyhlerine geliştiğini fark etmişler ama yine de 1793 yılını kadar dış devletlere devamlı elçi göndermemişler, ilk defa Sultan 3. Selim döneminde İngiltere’ye büyükelçi göndermiş, daha sonra devamı gelmiş ve önemli başkentlerin hepsine göndermeye başlamışlar.
Her ne kadar Osmanlının gerileme dönemi başlamış olsa da, popülaritesi yine de o kadar yüksek ki, İngiltere’ye ilk devamlı büyükelçi gönderildikten sonra Fransa, Avusturya gibi devletler, “İngiltere’ye gönderirde bize neye göndermezsiniz” diye yalvarırcasına elçi istemişlerdir.(3)
Mevzu bahs olan elçiler Başkentlerde devamlı ikamet eden büyükelçilerdir. Ama geçici elçiler, haberleşme, bir sultanın cülusunu haber verme, bir sünnet düğününe veya bir törene davet etme, antlaşma yapma, önemli bir olayı duyurma gibi geçici görevlerle daha öncelerden de Osmanlıdan elçiler gidip gelmişlerdir.
Meselâ şu olayda çok enteresandır: 1668 Yıllarında Fransızların, Sultan 4. Mehmed'ten yalvara-yalvara elçi istemişler, Osmanlı yüksek rütbeli bir devlet adamını değil, Süleyman Ağa diye yüzbaşı rütbesinde bir hassa subayını elçi göndermiş, buna rağmen Fransa'nın diğer Avrupa devletlerine karşı, "Osmanlı bana elçi gönderdi" diye öğünmüştür. Bu adama öyle i’tibâr edilmiş ki, Fransa başbakanının görüşme isteğini bile reddedebilmiş, doğrudan kralla görüşmüştür.(4)
Dipnotlar:
1- Altan Araslı, “Avrupada Türk İzleri”, Kültür Bak.Yay. Ankara, 2001, c. 2, s. 108.
2- Erhan Afyoncu, “Osmanlı’nın Hayaleti”, Yeditepe Yay. Ekim 2005, s. 22.
3- Ahmed Refik, “Âlimler ve Sanatkârlar”, Kültür Bak. Yay.s.327; Fernand Grenard,a.g.e.s. 114.
4- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 5, s. 396.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.