OSMANLI HÂNEDANI (1)
05 Eylül 2017, Salı 07:33Hânedan:
Hânedan: Soyu, sopu, sülâlesi çok asil olan aile, çok cömert, eli açık, insanlar mânâsınadır. İstilâhta yani genel kullanımda ise: Osman Bey ve soyundan gelen bireyler için kullanılmış, “Osmanlı Hânedanı” diye meşhur olmuştur.
Daha öncede kısaca değinildiği üzere; Hun Türklerinden i’tibâren Devlet yani hâkimiyet ilahî kaynaklı bir görev kabul edilmiş, hakanlara ulûhiyet isnat edilmemiş ama Tanrının görevlendirdiği, kutsal devlet hizmetinde isti’mal ettiği mübârek ve mükerrem kişiler olarak kabul edilmişlerdir.
Onun için kanları, canları, hânedanları ve devletleri mübârektir, farklıdır, özeldir. Başka her türlü suç affedilir, bağışlanır ama bu yarı kutsallara göz dikenler, yani hânedana kastedenler, devleti bölmeye kalkanlar, saltanatı ele geçirmeye çalışanlar aslâ affedilmez, bağışlanmaz, mutlaka cezalandırılır.
Bu kendi aralarında ve öz evlatları içinde olsa bile fark etmez. Fakat kanları mübârek telâkki edildiği için akıtılmaz, öldürülecek olan hânedan mensuplarının boğdurulması bu yüzdendir. Bu hususlar Osmanlının kırmızı çizgileri, olmazsa olmazlarıdır. Bu zihniyet ve anlayış gereği (kendi başlığı altında izah edileceği üzere) Nizâm-ı Âlem meselesi doğmuştur.
Hânedanın Kovulmaları:“Her kemâlin bir zevâli var” diye Arap atasözü vardır. Osmanlı saltanatı da 624 yıl sürmüş ve çok dramatik bir şekilde sonlanmıştır. Elbette Hânedan üyelerinin hepsi kusursuzdu, melek gibiydiler demek mümkün olmaz. Fakat bunların hiçbiri de kendi kazandıkları vatanlarından bir gecede kovulup kapı önüne konacak, açlığa ve sefâlete terk edilecek, vatansız bırakılarak bir pasaport bile verilmeden ihraç edilecek, ölülerine bile bir avuç vatan toprağı çok görülecek kadar da suçları büyük ve affedilmez değildir.
Osmanlının can çekiştiği dönemde, on sene içinde milleti Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı diye üç büyük savaşa sokan, Osmanlıyı dünya siyâset sahnesinden silen ve infâz eden İttihat ve Terakki Cemiyeti mensuplarının cürümünü, vebâlini, hayalperestlik ve beyinsizliklerinin cezasını Hânedan üyeleri ödemişler, kendileri ise devletin tepesine oturup onlarca yıl Hânedan üyelerine rahmet okutturmuşlardır.
Muhalefet eden vekilleri baskı ve tehditlerle sindirerek, 1924 Martında apar-topar çıkarılan bir kanunla, 36 erkek, 48 kadın, 60 çocuk olmak üzere toplam 144 hânedan mensubunu, yanlarına 2000 lira para vererek, çoğuna pasaport bile vermeyerek, verdiklerine de “geri dönüşü yok” notu düşerek sürmüşler, yanlarına bir şey aldırılmamış, hattâ bazıları pijamaları yani yatak kıyafetleri ile trenlere bindirilmiştir.
Kanunda kadınlar için bir hafta süre verilmiş ama bazı işgüzarlar bunu bile çok görüp, onları da birkaç gün içinde dışarı atmışlardır. Bu ihraç kadınlar için 28, erkekler için 50 yıl sürmüş, canından aziz bildikleri vatanlarına dönememişlerdir. Mallarını satıp paralarını kendilerine göndermeleri için vekâlet verdikleri insanlardan birçokları ihânet etmişler, ya paralarını göndermemişler, ya da malları kendi üzerlerine geçirmişlerdir.(1)
Artık ne saltanatları, ne taç ve tahtları, ne mal ve mülkleri, ne vatanları ne de gelecekleri vardır. Hattâ ellerinde hangi millete mensup olduklarını bildiren bir kimlikleri bile yoktur. Romanların bile ellerinde bir belgeleri olur, bunlar ondanda mahrum idiler. Bu bir hânedanın değil, bir medeniyetin mahkûm edilmesi idi.
Târihin bu en onurlu, en şerefli en asaletli insanlarının ibret dolu dramatik macerası böyle başlamıştır. 1974’te 5958 sayılı kanunla dedelerinin Bizans’tan alıverdikleri öz vatanlarına dönebilme izinleri çıkmış, bazıları dönmüş, bazıları da yine asil düşüncelerle; “bizi rahat bırakmazlar, i’tibâr ve iltifat gösterenler olur, bundan da bazıları pirelenir ve huzurları kaçar” düşüncesiyle dönmemişler ve yad ellerde heder olup gitmişlerdir.
Kendi milleti hânedan üyelerini sürüp çıkarırken, başka milletler bu insanlara sahip çıkmışlar, kendilerine kral ve idâreci yapmak istemişler ama bu onurlu insanlar, devlet ve milletlerini küçük düşürmemek adına, buna râzı olmayıp çile çekmeyi tercih etmişlerdir.
Dipnot:
1-Murat Bardakçı, “Son Osmanlılar”, İnkılâp Yay. İst. 2008, s. 8, 143.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.