OSMANLI HÂNEDANI (3)
07 Eylül 2017, Perşembe 07:391974’te 5958 sayılı kanunla dedelerinin Bizans’tan alıverdikleri öz vatanlarına dönebilme izinleri çıkmış, bazıları dönmüş, bazıları da yine asil düşüncelerle; “bizi rahat bırakmazlar, i’tibâr ve iltifat gösterenler olur, bundan da bazıları pirelenir ve huzurları kaçar” düşüncesiyle dönmemişler ve yad ellerde heder olup gitmişlerdir.
Kendi milleti hânedan üyelerini sürüp çıkarırken, başka milletler bu insanlara sahip çıkmışlar, kendilerine kral ve idâreci yapmak istemişler ama bu onurlu insanlar, devlet ve milletlerini küçük düşürmemek adına, buna râzı olmayıp çile çekmeyi tercih etmişlerdir.
Arnavutluk 1913 yılında bağımsızlığını ilân edince Sultan 2. Abdülhamid’in oğlu Burhaneddin Efendi’yi başlarına pâdişah yapmak istemişler ama o sürgünde sürünmeyi tercih edip reddetmiştir. Son Halîfe Abdülmecid Efendinin oğlu Ömer Faruk Efendiye ve yine Abdülhamid’in öteki oğlu Mehmed Âbid Efendiye teklif etmişler, onlar da pek taraftar olmazlar, aynı zamanda Türk devletinin diplomatik baskıları da araya girince bu temenniler akim (sonuçsuz) kalmıştır.
Sultan Aldülhamid’in torunu Abdülkerim Efendi Çin Japon savaşından sonra Japonlar tarafından, Japonya’ya bağlı bir Türkistan devletinin kurulması ve başına da bu şehzâdenin getirilmesi istenmişler, o bu Türk bölgesinin Japonya’nın bir peyki değil müstakil bir devlet olmasını istediği için ve bu yolda faaliyetler yaptığı için Japonya’dan çıkarılmış, New York’a gitmiş ve orada bir otel odasında cesedi bulunmuştur. Japon ajanlarının öldürdüğü de söylenmiştir.
Sultan Abdülaziz’in torunu Mahmud Şevket Efendi’ye de, İsrail devleti kurulmadan önce 1948 yılında, İngilizler ve Yahûdiler tarafından Filistin Devletinin başkanlığı teklif edilmiş, fakat buna Filistin Müftüsü Emin el Hüseyin ikili oynayarak karşı çıkmış, buna rağmen İngilizler Yahûdi Hagana cemiyetinin temsilcisi Hhivry yine ısrar etmişler ama o;
“İngilizler çekilecek, geriye Yahûdi ve Araplar kalacak, Yahûdiler azınlıkta, Araplar çoğunlukta ve çoğunluk olan Araplar istemiyor, dolayısıyla azınlığın, özellikle de Yahûdi azınlığın temsilcisi bir devlet başkanı olmayı istemediği” için gerçekleşmez ve neticede İsrail Devleti kurulur.(1)
Ali Ulvi Kurucu rahmetli Mısır Ezher Üniversitesinde okurken, Evlad-ı Fâtihan diye tâbir edilen Balkan Müslümanlarından Üsküplü Ali Yakup Bey isimli bir arkadaşı vardır. Osmanlı dendiğinde gözleri dolacak kadar Osmanlı hayranı samimi bir Müslüman’dır. Ali Ulvi Bey;
“ben Konyalıyım, öz be öz Osmanlıyım ama sen benden fazla Osmanlıya sarılıyorsun” diye takılırmış, o da şöyle cevap verirmiş: “Sizler mirasyedisiniz. Mirasyedi nimetin kadrini bilmez. Nimetin kadrini çile çekenler bilir. Osmanlı olmasaydı ben bugün bir kâfirdim.
Kosova Fâtihi Sultan Murad Hüdâvendigârın şehid olduğu günü Arnavutlar her yıl anarlar. O gün Kosova’ya Saraybosna’dan da çok Boşnak gelir. Balkanların her tarafından gelenler olur. Büyük bayram yapılır... Sultan Murad Han ‘a yazılan Arnavutça mersiyeler okunması altı saat sürer.
Bu altı saat zarfında okunanlar ayakta ve ağlayarak dinlenir. On binleri bulan bir kitlenin gözyaşı dökerek altı saat ayakta mersiye okuması ve dinlemesi, hangi aşkın neticesidir. İşte bu Balkan Müslümanlarının Osmanlıya karşı duydukları şükran hissi, sevgi ve bağlılığının neticesidir.
Bunu çok iyi bilen Avrupalılar Cumhuriyet yıllarında Türkiye’yi Balkan Müslümanlarından uzak tutmak için ne gerekirse yaptılar. Türkiye’nin elçilik memurları da onları yerli hükümetlerin zulmünden koruyacağı yerde, kıyafetleriyle, dinî tahsilleriyle uğraşıp gücendirdiler ve Avrupalıların ekmeğine yağ sürdüler.
Altı asır zarfında Osmanlı, Balkanlarda gösterdiği tatbikat ile yerli halkın kalbine şu kanaati yerleştirdi: Osmanlı, dürüstlüğün, sadâkatin, vefanın, iffetin, namusun, şecâatin, mertliğin hülasa insanı insan eden hasletlerin sembolüdür...”(2)
İkinci dünya savaşı yıllarında Almanlar Paris’i işgal etmişler, gizli polis teşkilâtları Gestapo ev ev yoklayıp Yahûdi aramış, nüfus tespiti yapmışlar, insanların Yahûdi olup olmadıklarını anlayabilmek için de bazen insanlık dışı yollara başvurmuşlar ve sünnetli olup olmadıklarına bakmışlar. Ma’lum Yahûdiler de Müslümanlar gibi sünnet olurlar.
Ellerinde belge olmayan Hânedan mensubu şehzâdelerden bazılarını da Yahûdi zannıyla tevkif etmek istemişler fakat gerçeği öğrenince, onlara selâm durmuşlar ve işgal boyunca bütün ihtiyaçlarını evlerine getirmişler.(3)
Hattâ bu hânedan mensuplarından vefat eden bazılarına Fransa hükümeti, haberi olduğu takdirde resmî cenaze törenleri yaptırmıştır.(4)
Dipnotlar:
1-Murat Bardakçı, “Son Osmanlılar”, İnkılâp Yay. İst. 2008, s. 129.
2-Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar-1, M. Ertuğrul Düzdağ, Kaynak Yay. 2007, İst. s. 320.
3-Sâmiha Ayverdi, “Ne İdik Ne Olduk”, Kubbealtı Yay. İst. 2007, s. 46.
4-Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 8, s. 163.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.