Osmanlı Medeniyetine Su Medeniyeti Denir (1)
22 Ocak 2020, Çarşamba 09:05İlim adamları bugün uzayda hayat izini ve emmaresini ararlarken, ilk baktıkları şey sudur. Çünkü su hayatın olmazsa olmazıdır. Susuz canlı hayatı mümkün değildir. Cenâb-ı Allah şöyle buyurur: “İnkâr edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?”(1)
“Diri olan her şeyi sudan meydana getirme” hususu üzerinde birçok teoriler yürütülmüş, hâlâ yürütülmektedir.
1-İnsanoğlunun bir damla sudan (meniden) yaratılmıştır.
2-İnsanoğlunun mayası su ve topraktır yani balçıktır.
3-İnsanoğlunun fizikî bedeninin p’i sudur.
4-İnsanoğlu ve canlılar birçok mahrumiyetlere karşı koyabilir ama susuz asla yaşayamazlar.
5-Onun için Yüce Allah dünyanın üçte ikisini su olarak halk etmiş, buradan buhar olarak yükselenler de yine rahmet olarak dünyaya geri dönmektedirler. İnsan sadece su ile 3 ay, sadece katık ile 3 hafta yaşarmış. (2)
Su Allahın sıfatlarının tezahürüdür. Zahirdir, batındır, şeffaftır, hayat kaynağıdır, ölüm sebebidir. Kudretlidir, sıfatların tecelligâhıdır. Suyu bazen basite indirgeyerek iki hidrojen bir oksijen atomunun birleşmesidir deyiveririz ama su bu kadar yalın ve basit bir madde değildir. Suyun yapısını, görünüşünü, özelliklerini, güzelliklerini, gücünü, fiziki durumunu, bütün maddelerin ısınınca genişleyip, soğuyunca büzülüp küçüldüğü halde, suyun tam aksine soğuyunca donup genişlediği gibi nitelikleri göz önüne alınınca gerçekten Rabbimizin özel bir lütfu olduğunu, rahmet olduğunu daha iyi anlarız.
Japon araştırmacı Dr. Masara Emoto’nun on yılı aşkın bir süredir gördükleri, suyun hiç de duyarsız, cansız, sıradan bir şey olmadığını düşündürüyor. Su; sesi dinliyor, söze kulak veriyor, deyim yerindeyse, üzülüyor, ağlıyor, küsüyor, seviniyor, gülüyor... Barajdan alının suyun, metal müzik dinletilen suyun, klasik müzik dinletilen suyun ve dua dinletilen suyun kristallerinin fotoğrafları çekilmiş, en iyi, en net, en güzel, en düzenli... Kristaller dua dinletilen suyun kristalleri çıkmıştır.(3) İsrailli bilim adamlarının ortaya attığı bir teoriye göre, kısa zaman sonra bir damla su atomlarına 1 trilyon bilgisayar bilgilerinin yüklenmesi mümkün olacaktır. (4)
Kısacası Cenâb-ı Hakkın dikkat çektiği su çok farklı bir maddedir. Osmanlılar bunun farkına varmış ve suyla ilgili çağını aşan hayaller ve uygulamalar sergilemişlerdir. Kafkaslardaki Don ve Volga Nehirlerini birleştirme, Karadeniz’i, Hazar denizi ile buluşturma, Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine ulaştırma projeleri üretmişler ama dünyanın o dönemdeki karışıklıkları ve bütün Avrupa’nın Osmanlıya karşı hasmane bir tutum izleyip, devamlı savaşlarla meşgul etmelerinden dolayı hayata geçirilememiştir.(5) Osmanlı su medeniyetidir. Türk asıllı Fuzûlî’nin “Su” kasidesi malum dünyaca meşhurdur.
Divan Edebiyatında suyun özel bir yeri vardır. “Ma” Arapçada su demektir. Su üzerine yazılan şiirlere, bu hecenin çoğulu olan “Miyah” dan “Miyahiye” denmiştir ve birçok türü ile işlenmiştir.
Divan şiirinde; mâ’ül-hayât, aynü’l-hayât, âb-ı bekâ, âb-ı câvidânî, bengisu gibi “ölümsüzlük” manasına gelen kelimeler çok kullanılmış, şiirlerde, beyitlerde, gazellerde, mersiyelerde, divan edebiyatının her türünde suya farklı bir kıymet atfedilmiş, edebî sanatların her dalında ince bir anlayış, bediî bir ruh, lâhûtî bir duygu yoğunluğu suyla imtizaç ettirilmiştir.
Efsaneye ve nâkılan-ı ahbar’a (rivayete) göre; Hindistan’da en büyük, en güçlü hükümdarlardan biri bu ab-ı hayat (ölümsüzlük suyu) sözünü çok duymuş, kafasına takmış, illâki bulmak gayretine girmiş, yanına veziri olan Hızır’ı ve kumandanı olan İlyas’ı alıp aylarca, dağ, tepe, vadi, ova aramışlar ama bir türlü bulamamışlar. “Beraber gezersek bunu bulmak mümkün olmayacak, ayrılalım ve üç koldan aramış olalım, belki buluruz” kararıyla ayrı ayrı aramaya başlamışlar. Bir müddet sonra bir su kenarında Hızır’la İlyas buluşmuş ve tuttukları balığı kızartmışlar yemeye başlayacakları esnada, yanlarında akmakta olan sudan Hızır elini yıkamış ve sofraya yanaşırken, elinden bir damla su, kızarmış balığın üstüne düşünce, balığın hemen canlanıp, hoplayıp zıplamaya başladığını görmüşler ve ab-ı hayatın bu su olduğunu anlamışlar. Kana kana içmişler, hükümdarı çok aramışlar ama bir türlü bulamamışlar.
Dipnotlar:
1- Enbiyâ Sûresi 30.
2- Sâmiha Ayverdi, “Ebabil Kuşları”, Kubbealtı Yay. İst. 2010, s. 390.
3- Senai Demirci, Yeşilay Dergisi Mayıs 2003, sayı 834, s. 24.
4- TÜBİTAK, a. g. d. Ocak sayısı 2002.
5- Nevzat Kösoğlu, “Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine
Düşünceler”, Ötüken Yay. Ank. 1997, s. 210, 242,
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.