Osmanlı Medeniyetine Su Medeniyeti Denir (2)
23 Ocak 2020, Perşembe 08:52Kafkaslardaki Don ve Volga Nehirlerini birleştirme, Karadeniz’i, Hazar denizi ile buluşturma, Akdeniz ve Kızıldeniz’i birbirine ulaştırma projeleri üretmişler ama dünyanın o dönemdeki karışıklıkları ve bütün Avrupa’nın Osmanlıya karşı hasmane bir tutum izleyip, devamlı savaşlarla meşgul etmelerinden dolayı hayata geçirilememiştir.(1) Osmanlı su medeniyetidir. Türk asıllı Fuzûlî’nin “Su” kasidesi malum dünyaca meşhurdur.
Divan Edebiyatında suyun özel bir yeri vardır. “Ma” Arapçada su demektir. Su üzerine yazılan şiirlere, bu hecenin çoğulu olan “Miyah” dan “Miyahiye” denmiştir ve birçok türü ile işlenmiştir.
Divan şiirinde; mâ’ül-hayât, aynü’l-hayât, âb-ı bekâ, âb-ı câvidânî, bengisu gibi “ölümsüzlük” manasına gelen kelimeler çok kullanılmış, şiirlerde, beyitlerde, gazellerde, mersiyelerde, divan edebiyatının her türünde suya farklı bir kıymet atfedilmiş, edebî sanatların her dalında ince bir anlayış, bediî bir ruh, lâhûtî bir duygu yoğunluğu suyla imtizaç ettirilmiştir.
Efsaneye ve nâkılan-ı ahbar’a (rivayete) göre; Hindistan’da en büyük, en güçlü hükümdarlardan biri bu ab-ı hayat (ölümsüzlük suyu) sözünü çok duymuş, kafasına takmış, illâki bulmak gayretine girmiş, yanına veziri olan Hızır’ı ve kumandanı olan İlyas’ı alıp aylarca, dağ, tepe, vadi, ova aramışlar ama bir türlü bulamamışlar. “Beraber gezersek bunu bulmak mümkün olmayacak, ayrılalım ve üç koldan aramış olalım, belki buluruz” kararıyla ayrı ayrı aramaya başlamışlar. Bir müddet sonra bir su kenarında Hızır’la İlyas buluşmuş ve tuttukları balığı kızartmışlar yemeye başlayacakları esnada, yanlarında akmakta olan sudan Hızır elini yıkamış ve sofraya yanaşırken, elinden bir damla su, kızarmış balığın üstüne düşünce, balığın hemen canlanıp, hoplayıp zıplamaya başladığını görmüşler ve ab-ı hayatın bu su olduğunu anlamışlar. Kana kana içmişler, hükümdarı çok aramışlar ama bir türlü bulamamışlar.
Dolayısıyla bugün bütün dünya dillerinde, her milletin kültüründe olan efsanelerde(2) bu iki zatın berhayat yani yaşıyor olmaları bundan dolayı imiş. Bu olay 6 Mayıs günü cereyan ettiği için, baharın başlangıcı olduğu kabul edilen bu tarihte, yani Hıdrellez (Hızır ve İlyas kelimelerinin birleştirilmişi) günü yine buluşurlar Hızır karalarda, İlyas denizlerde ne gibi işler yaptıklarının mütalaasını ve muhasebesini yaparlarmış. (3)
İtalyan ediplerinden Etmondo de Amicis “Costantinople-İstanbul” adlı eserinde ise Türklerin genel ahlâkı hakkında şöyle bilgi vermektedir:
“Şark memleketlerinde birçok seyyahlar dolaşmış, Frenklerden bir haylisi Şark’a yerleşmiş ve ömürlerini hep oralarda geçirmişlerdir. Bütün bunlar o hıfzıssıhha sisteminin faydalarına bizzat kani oldukları halde, o usuller Avrupa’da adeta meçhul kalmıştır. Meselâ Paris’in birkaç hamama sahip olması 50 senelik bir meseledir. Londra’da, Dublin’de, Edinburg’da, Berlin’de, Viyana’da, İtalya’da, Hollanda’da ve İspanya’da hamamın ne olduğu pek malum değildir. ”
“Şimdi Müslüman Türklerin sıhhi tedbirlerinden hâsıl olan huzur ve rahat üstünlüğünü, Frenklerle mukayese ederek anlamak için, her iki tarafın halk kitlelerini gözlerimizin önüne getirelim: Bir tarafta sünnet olmak ve vücuttaki tüyleri izale etmek, saçları kesmek, geniş elbiseler giymek, günde 5 vakit abdest almak, her tabi ihtiyacın def’ini müteakip yıkanıp temizlenmek, yemekten sonra el ve ağız yıkamak, her hafta ev temizlemek, haftada bir kere ekseriya birkaç kere hamama gidip, gayet ucuz yıkanmak gibi âdetleriyle Türkleri görürüz ve diğer tarafta da; Sünnetsiz, bütün vücudu kıllı, muhtelif derecede uzun ve kirli, saçları yağlı ve pomatlı, hava cereyanına mani olacak kadar daracık ve vücutlarına yapışık elbiseli Frenklerin, günde ancak bir yahut iki defa ellerini yıkayarak, her türlü tabii ihtiyaçlarını def ettikten sonra, hiçbir taharete riayet etmeyerek üçüncü derecedeki şehirlerde pek malum olmadığı halde, nüfusun onda dokuzunu temsil eden köylerle kasabalar da tamamıyla meçhul ve Avrupa hükümet merkezlerinde henüz pek pahalı olan, ılık banyolarını ender yaparak arz-ı endam ettiklerine şahit oluruz. ”
Dipnotlar:
1- Nevzat Kösoğlu, “Türk Dünyası Tarihi ve Türk Medeniyeti Üzerine
Düşünceler”, Ötüken Yay. Ank. 1997, s. 210, 242,
2- Kur’an’da İlyas Aleyhisselamın ismi geçmekte (En’am 85, Saffât 123,
130), Hızır Aleyhisselamın da Hz. Musa ile olan Kıssası Kehf Sûresinde
uzun uzun anlatılır.
3- İskender Pala, “Divane Güzeller”, Kapı Yay. 2004, İst. s.164.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.