Osmanlıda Çevre Bilinci (1)
08 Nisan 2020, Çarşamba 09:55Bütün araştırmalara rağmen, uzaydaki sayısız cisim içinde insanoğlunun yaşadığı ve yaşamasına elverişli mekân sadece dünya tespit edilebilmiştir. Cenâb-ı Allah Cennet’ten bahsederken devamlı “…altından nehirlerin aktığı ağaçlardan”(1) haber verir. Kur’an’da 36 yerde direk, 264 yerde de en direk olarak ağaçtan bahsedilmektedir. Yani hava, su ve yeşil insanlar için hayat kaynağıdır. Yeşil gerçekten gözü, gönlü ve ruhu dinlendiren, yeryüzünün elbisesi, canlıların barınağı, insanların aksine nefes alırken zehir soluyan ve dışarıya temizlenmiş oksijen veren, yani gerçekten insanların hayat kaynağı olan Allah’ın bir lütfudur. Dünyaya, en çok ne zaman mutlu olduğunu sormuşlar: “Yeşerdiğim ve yeşil seccademin üzerine başlar secde ettiği zaman”demiş.
Bu sebeple İslâm yeşilin en büyük dostudur. Hz. Peygamber ağacın sadece korunmasıyla yetinmemiş, mevcutlara ilâve edilmesini, ağaç dikilmesini, yeryüzünün ihya edilmesini emreden o kadar çok söz söylemiş ve bunu hayatında uygulamaya koymuş ki; Bu günün insanı bile İslâm’ı yeşille özdeşleştirmiş ve “Yeşil sermaye, Yeşil sarıklılar, Yeşil kubbe…” dendiğinde Müslümanlar kastedilmektedir.
“Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir ağaç dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın. ”(2)
“Ağaç diken bir kimse için, o ağaçtan insanların, hayvanların, kuşların, vahşi haşaratın yediği (sadakadır. Hatta o ağaçtan çalınan meyveler bile diken için sadakadır. Çiçeğinden, kokusundan, tohumundan, odunundan, kerestesinden, gölgesinden her ne şekilde olursa olsun canlıların faydalanması sadakadır. )(3)
İslâm yeşille iştigali sadaka-i cariye kabul etmiştir. Yani kıyamete kadar insana sevap getiren, defterine hayır hasenat yazdıran bir faaliyet. Çünkü kendi ektiği-diktiği kurusa bile onun filizlerinden, fidelerinden, tohumlarından başka ağaçlar yetiştiğini ve bunun ilânihaye devam edeceğini kabul ederek, ilk dikenlere kıyamete kadar sevap ve mükâfat verileceğini müjdelemiştir.(4)
Hz. Peygamber savaşa gönderdiği ordularına: “Teslim olanlara, kadınlara, yaşlılara, çocuklara ve ağaçlara, insanların evlerine, ekili arazilere dokunmayın(zarar vermeyin)”(5) diyerek her hâl ü kârda konunun ehemmiyetini dile getirmiştir.
Ecdadımız Osmanlı’da yeşilin kıymetini en iyi şekilde anlamış, “Yaş kesen baş keser” sözü darb-ı mesel olmuştur. Fatih: “Ormanlarımdan izinsiz bir ağaç kesenin başını keserim” demek suretiyle konuya hassasiyetini dile getirmiştir. Ayrıca ağaç dikme, yetiştirme, koruma, arzı (dünyayı) ihya etme hususunda çok güzel örnekler vermişler ve sayısız vakıflar kurmuşlardır. (6)
Türkî devletlerin Rus zulmünden kurtulduğu ilk yıl, bazı aileler gruplar halinde hacca gitmek istemişler, yol güzergâhındaki Müslüman devletlerde (İran, Irak, Türkiye, Suriye gibi) konaklaya konaklaya Suudi Arabistan topraklarına gelip hac etmişler. O yıllar bizde bunların bazıları ile o kutsal topraklarda tanışmıştık. Bu hacılardan yaşlı, temiz, saf, pırıl pırıl bir ihtiyar kadına duygularını sormuşlar, o şöyle cevap vermiş: “vallahi yavrum çok memnunun, Allah bu günleri de gösterdi, geze geze, Müslüman kardeşlerimize misafir ola ola geldik, bu mübarek yerleri gördük, Allah’ın evi Kâbe burada, Resûlullah Medine’de ama Müslümanlık da Türkiye’de” demiş.
Ali Ulvi Kurucu rahmetlinin de; “İslâm’ı en iyi anlayan, hazmeden, hayata tatbik eden, İslâm âlemine asırlarca liderlik ve bayraktarlık yapan Türk Milletidir” diye bir değerlendirmesi vardır. Bu hususta yani temizlik ve çevre bilinci hususunda da realite budur. Birçok misaller verdik, pasajlar aktardık, tarihi düşmanlarımızın kanaatleri de budur ki; dünyanın en temiz, en nezih, en kibar, en misafirperver milleti biz idik. Fakat son asırlarda bizi biz olmaktan soyutladılar, bütün iyi huy ve hasletlerimizi unutturdular, eskiden müspet yönde dünyaya örnek gösterilen bir millet; bugün dünyanın hiçbir yerinde olmayan kötülükleri icra eder bir topluluk oluverdi. Gazetelere bakar, TV haberlerini dinlersek, söylediklerimizde hiçte mübalağa olmadığını görürüz.
Osmanlı yerleşim birimlerini, şimdiki gibi düz ziraat alanlarına, dere yataklarına yapmaz, dağ yamaçlarına, ziraata uygun olmayan yerlere bina edermiş. Böylece ziraat alanları heder olmuyor, savunması daha kolay oluyor, atık su ve kanalizasyon problemi çıkmıyor.
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi, 25.
2 - Zebîdî, Tecrîd-i Sarih, Terceme, Kâmil Miras. a. g. e, c.7, s. 124.
3 - Zebîdî, a. g. e. 7/122.
4 - Zebîdî, a. g. e. 7/125.
5 - Buhârî, Menâkıb-ı Ashab 9; Müsned 1/300; Ebû Dâvûd, Cihad 82.
6 - İ.H.Dânişmend, “Eski Türk Seciye ve Ahlâkı”,İst.Kitabevi İst.1983,s.185.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.