Osmanlıda Hat ve Ebru Sanatı (2)
18 Ekim 2018, Perşembe 09:06Sultan 3. Ahmed’in yaptırdığı çeşmeye yine kendi eliyle yazdığı celi sülüs yazıyı, saatlerce seyreden, sanki ona selâm duran yerli ve yabancı birçok turist olduğu yine rivâyetler arasındadır.(1)
Hat sanatında Osmanlının çok ileri gittiği, "Kur'an Mekke'ye indi, Mısırda okundu, Osmanlıda yazıldı" sözünün kibarı kelâm olarak hâlâ dillerde dolaştığını biliyoruz. Bir pirinç tanesi üzerine İhlâs Sûresinin yazıldığını müzelerde müşahede etmek mümkündür.(2) Avrupalı ressam ve sanatkârlardan birçoğu bizim hat sanatımıza hayranlıklarını belirtmişler meselâ meşhur Picasso (1881-1973): “varmayı düşündüğüm yere Müslümanlar 500 sene önce varmışlar” demiştir.(3)
Dünyaca ünlü İspanyol ressam Picasso’nun (Pikasso) atalarının Arap olduğu 1996 yapımı Picasso ile Yaşamak isimli filmde zikredilmektedir. Çok sevdiği ressam eşine: “seni Müslüman kadınların kıyafetleri içinde görmek isterdim” demiştir. Nurullah Berk’in anlattığına göre, cumhuriyetin ilk yıllarında Paris e giden Türk ressamları zaman zaman Picasso’yu ziyaret ederlermiş.
Bu ziyaretlerden birinde Picasso Türk Ressamlara “Niçin Batının sanatını taklit ediyorsunuz? Sizin hat sanatınız bizim ulaşmaya çalıştığımız modern sanata yüzlerce yıl önce ulaşmış” diyerek onlara millî sanatlarını incelemelerini tavsiye etmiştir. Başka bir hatıra da ressam Hasan Kavruk’dan: Çıktığı Avrupa gezilerinin birinde Picasso’nun Paris’teki atölyesine uğrayıp “izin verirse burada çalışıp çok şeyler öğrenmek istediğini” söyler. Picasso ise “Sen Türksün değil mi?” Diye sorar ve şöyle der: “Biz bugün sanatta sizin eski hattatlarınızın yaptıklarını yapmaya çalışıyoruz. Sen hemen memleketine dön ve kendi hat sanatınızı incele”(4)
Ali Ulvi Kurucu rahmetlinin kızı Sare Kurucu’nun “ Bir Ömürden Sayfalar (Ali Ulvi Kurucu’dan Hatıralar)” isimli kitabında bahsettiğine göre: 1980 senesinde Ali Ulvi Merhum, Köln şehrinde sohbet ediyor. Söz Osmanlı sanatına özellikle Hat Sanatına gelince, dinleyicilerden biri şöyle der: “Allah kullarına ibâdet şeklini serbest bıraksaydı, Ömrümü İstanbul Üniversitesi kapısı üzerinde bulunun Şefik Bey’in yazısını seyretmekle geçirirdim.”(5)
Mescid-i Nebevî tamir edilirken, devrin hattatları arasında yarışma açılmış, Abdullah Zühdü Bey, komisyonun ve Sultan Abdülhamid’in tercihi ile gidip kıble cihetine yazılar yazmıştır. Ali Ulvi Kurucu rahmetlinin kardeşi Ahmed Ziya bey Mescidde hiç ön safa gelmezmiş. Bir gün Ali ulvi Bey 1. Safın sevabının da daha çok olduğunu hatırlatarak bunun sebebini sormuş. Kendi de bir hattat olan Ziya Bey “Yahu birinci safın karşısında o kadar güzel yazılar var ki, ön safta olunca onlara dalıyor, başka dünyalara gidiyorum ve namazda huzu-huşu zevkini kaybediyorum onun için” demiş.(6)
Eski solculardan Orhan Kemal, bir gün yanındaki arkadaşıyla İstanbul’u gezerken kenar mahallelerin birinde târihî bir Osmanlı çeşmesi görür. Çeşmenin estetiğine, hattına, zarafetine bakar bakar ve yanındakine dönerek, “Güzel değil mi? Kim ne derse desin, biz ne yazarsak yazalım, adamlar büyük medeniyet kurmuşlar” sözleriyle Osmanlı’nın mimari ve sanattaki ulaştığı noktayı takdir etmekten kendini alamaz.(7)
Osmanlıdaki sanat aşkına bir misal de; Fâtih Sultan Mehmed’in Ayasofya’daki resim ve mozaikleri kökten söktürmeyip, mutaassıp kişilerin tenkitlerine rağmen sâdece üstlerini kireçle kapattırmakla yetinmesi gösterilir.(8) Yine Fâtih zamanında sarayda 500 den fazla değişik branşlarda sanatkârın görev yaptığı ve maaş aldığı bilinmektedir.
Osmanlı kendi evlatları gibi, esir aldığı veya devşirdiği gayri Müslim çocuklarına da bu sanat aşkını aşıladığı, Enderun ve benzeri eğitim kuruluşlarında yetiştirdiği ve bunların içinden de târihe nam ve şan veren sanatkârların çıktığı da bugün Batılıların bile itiraf ettiği gerçeklerdendir.(9)
“Gönül bazen öyle açılır ki bütün fezayı kaplayacak kadar genişler. Melekût âleminin kapılarını çalar. Lâhut âlemine yükselir. Genişler büyür…Bütün âlem kendisinde yok olup gider. Güzellikler ülkesine varır. Hayran olur. O vakit cüz’î iradeyle, küllî iradenin lütfunu bilir. Lütuflar kesbin ve kabiliyetin ölçüsüne göre yağar gelir. Su üzerinde nakışlar zuhur eder. Nakışlar; ne aklın düşüncesine göre, ne de hayalin kavrayışına göredir. Ancak Allah’ın iradesine ve Allah’ın tecellisine göredir. İşte bu nakıştır, ebrudur, nakş-ı ber âb ebru.”(10)
Dipnotlar:
1- Dursun Gürlek, “Mâziye Bir Bakıver”, Timaş Yay. İst. 2010, s. 77.
2- Ahmed Refik, “Âlimler ve Sanatkârlar”, Kültür Bak. Yay.s. 79.
3- M. Niyazi Özdemir. Mevlânâ Güldestesi Yayın no 7 s. 147.
4- Zafer Dergisi, Mart 2014, s. 52.
5- Sare Kurucu, a. g. e. s. 214.
6- Ali Ulvi Kurucu, “Hatıralar-4”, Haz. M. Ertuğrul Düzdağ, Kaynak Yay. İst. 2014, s. 235.
7- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 137.
8- Sâmiha Ayverdi, “Ebedî ve Mânevî Dünyası İçinde Fâtih”, Kubbealtı Yay. İst. 2008, s.142.
9- Michel Herbeer’in Anıları,“Osmanlıda Bir Köle”,Çev.Türkıs Noyan,Kitap Yay.İst.2003.s.292.
10- İbrahim Refik, “Köklerden Göklere”, Albatros Yay. 2001, s. 125.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.