OSMANLIDA HURÂFELER, BİD’ATLAR (4)
07 Aralık 2017, Perşembe 07:25Osmanlıda Bid’at ve Hurâfeler:
Osmanlı kuruluş ve yükselme dönemlerinde ilim ve irfan devletidir. İlim ve ilim adamı baş tâcı edilmiştir. Kutsal kabul edilen hakanlık makamı bile ilim adamlarının fetvaları ile ancak el değiştirmiştir. En büyük suçu işlese bile ilim adamına idam, hapis, sürgün gibi ağır cezalar verilememiş,(1) ancak görevinden azledilebilmiştir. Fakat yaşanan uzun asırlar bu âli duyguları imha ve izale etmiş, Devlet-i Âliyye bir bid’at ve hurâfeler devleti olmuştur.
Yükselme dönemlerinde ilme, irfana hayran olup, İstanbul’u alır almaz 14 medrese, 15 kütüphâne kurduran ve astronom Ali Kuşçuya “gel benim memleketimde hizmet et, her adımına bir altın vereyim” diyen Fâtih’in medreselerinde bile, kısa bir müddet sonra Astronomi okutmak, Allah’ın işine müdahale kabul edilerek yasaklanmış, ondan sonra devlet ricali bile sihire, büyüye, muskacılığa, üfürükçülüğe rağbet etmiş, saraylarda hususi, kadrolu, i’tibârlı müneccimler, cinci hocalar! bulundurulmuştur.
Eskiden her yapacakları işleri ilim ve irfan sâhibi kişilere soran danışan Sultanlar, son zamanlarda bu şarlatanlara sormaya başlamışlardır. Fâtih ten sonra onun oğlu 2. Beyazid (Beyazid-i Veli) döneminde Tekkeliler-Medreseliler, yani ilericiler-gericiler kavgası çıkmış(2) ve bu kavgayı biz 21. Asırda hâlâ bitirememişiz.
Kâtip Çelebi, Osmanlıdaki bu kırılma noktasının, Kadızâdeler diye meşhur olan ve uzun zaman Şeyhülislâmlık yapan ve bürokrasiye hâkim olan, bağnaz ve mutaassıp aile kanılıyla başladığını bildirir.(3)
Osmanlı içinde elçilik yapan ve eserler yazan Busbecq, Osmanlının yararlı gördüğü şeyleri ilk zamanlar alıp kullanmakta ve onlara adapte olmakta zorluk çekmediği, fakat son zamanlarda bağnazlıkları yüzünden her yeniliğe “bid’at ve hurâfe” diyerek karşı çıktıklarını yazar.(4) Aradan asırlar geçmesine rağmen bu hastalıktan bizim hâlâ kurtulamadığımızı Akif Merhum Safahatında şöyle dile getirir:
Milletin hayr-ı için her ne düşünsen: bid’at;
Şer’i tağyir ile, terzil ise: -hâşâ- sünnet! (5)
Sultan 3. Mustafa Ahmed Resmi Efendiyi elçilikle 2. Frederik’e göndermiş ve devletin işlerini yoluna koyabilmek için 3 müneccim istemiştir. 2. Firederik 3 müneccim yerine 3 nasihat yollamış ve şöyle demiştir:
1-Târihten ve tecrübeden istifade et.
2-Orduyu tâlim ve terbiyeli bir şekilde devamlı savaşa hazır tut.
3-Hazineyi her daim dolu bulundur.(6)
1789 yılında Balkan cephesinde yenilgi üstüne yenilgiler alınır. Askerin durumu hiç iyi değildir, ordudan firarlar olmakta, kaçmayanlarda da o eski dinî ve millî gayretlerden eser görülmemektedir. Sadrâzamın değişmesine karar verilir. Sultan 3. Selim ile Şeyhülislâm istihareye yatarlar. Ertesi günü Şeyhülislâm bir şey göremediğini söyler, hakan ise üç defa Gâzi Hasan Paşayı gördüğünü söyleyerek mühr-i hümâyunu (Başbakanlık mührünü) ona gönderir. Bir yıl sonra Hasan Paşa vefat eder.
“İstanbul’da şaşkınlık vardır, kim Sadrâzam yapılacak? Rumeli’de bulunan vezîrlerin isimleri kâğıtlara yazılıp bir torbaya konulur ve Hırka-i Şerif odasında kura çekilir. Rusçuklu Şerif Hasan Paşa Sadrâzam çıkar. Ordu içinde bu iş hayra alamet sayılmaz. Çünkü 1768 seferinde Hasan Paşa’ya vezîrlik verilmiş, fakat “kör mangıra yaramadığı ve bir iş göremediğinden” rütbesi geri alınmıştır. Bu harpte yeniden vezîrlik rütbesi verilir ve Sadrâzam olur.”(7)
Yani koskoca cihan devleti Osmanlının işi, rüyalarla, istiharelerle, tombala ve kuralarla atanan Sadrâzamlara kalmıştır!..
Sultan 2. Mahmud devrinde bazı devletlerde çıkan veba salgınından korunmak için limanlarda uygulanacak karantina için bir kısım ulemâ Hıristiyanlık âdetidir, bid’attir diye karşı çıkmışlardır.(8)
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın ordusu ile Osmanlı ordusu Sultan Mecid döneminde Urfa Nizip yöresinde karşılaşır. Osmanlı ordusunu modernleştirmek üzere Sultan 2. Mahmud tarafından görevlendirilen Alman General Helmuth Karl Bernhard von Moltke (d.1800 – ö. 1891), ordu içindedir ve çok uygun pozisyon bulunca hücum emri verir.
Fakat başkomutan durumundaki Çerkez Paşa müneccimlerinin söylediği“eşref saat daha gelmedi” diye hücumu durdurur ama sonunda büyük bir hezimete uğrar ve Mısır ordusu İstanbul kapılarına dayanır.(9)
Dipnotlar:
1- Erol Güngör. İslâm Üzerine Düşünceler. s. 71.
2- Halil İnalcık, “Söyleşiler ve Konuşmalar” Profil Yay. c. 1, İst. 2013, s. 377.
3- Halil İnalcık, “Söyleşiler ve Konuşmalar” Profil Yay. c. 1, İst. 2013, s. 224.
4- A. Ragıp Akyavaş, “Derken Efendim-1” TDV Yay. Ankara 2007, s. 204.
5- Mehmed Akif, “Safahat”, Ö. Rıza Doğrul, Yeni Matbaa, İstanbul, 1966, s.168.
6- A. Ragıp Akyavaş, “Derken Efendim-1” TDV Yay. Ankara 2007, s. 189.
7- N.Kösoğlu,Türk Dünyası Târih ve Medeniyeti Üzerine Düşünceler,Ötük. Yay.Ank.1997,s.429.
8- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-3”, Albatros Yay. İst. 2001, s. 150.
9- A.Ragıp Akyavaş, “Üstad-ı Hayat-1”, TDV Yay, Ankara 2005, c, 1, s. 261.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.