Osmanlıda İlim Adamlarına Verilen Değer (1)
05 Mart 2018, Pazartesi 08:38Osmanlıda ilim adamına verilen değeri anlamak için; Ertuğrul Gâzi’nin oğlu Osman Gâzi’ye yani Devlet-i Âliyye’yi kuran kişiye “oğul beni kır, Edebaliyi kırma, bana karşı gel ama sakın ona karşı gelme” diye vasiyet etmesi yeterli delil olur ama çiçek başı toplar gibi bazı pâdişahlar döneminde vuku bulan ilim adamına saygı ve hürmetten misaller verelim:
Osmanlı sultanları; cihana diz çöktürmüşler ama kendileri de bir velinin, bir ilim adamının önünde diz çökmüşlerdir. Molla Yegan hacca gider ve döner dönüşünde Sultan 2. Murad “Hacdan hediye getirmek adettir bana ne hediye getirdin?” deyince bu büyük âlim “size hediye olarak şu âlimi getirdim” diye Molla Güranî’yi takdim etmiştir. Pâdişah son derece memnun ve mahsus olmuş, bu değerli âlimi çok çok değerli oğlu Fâtih’e hoca tayin etmiştir. Başka milletlerin kültüründe böyle bir olaya rastlamak mümkün değildir.(1)
Molla Güranî Fâtih’in yakınlarından birine âit bir meselede, “Şer’i şerife uygun değildir” diye, pâdişah fermanını yırtmış atmış, araları açılmış, hoca İstanbul’u terk edip Mısıra gitmiş, ama Fâtih tekrar onu ısrarla davet edip getirtmiştir.(2)
Fâtihin şehzâdelerinin sünnet düğününde protokol sırası; 1-Âlimler, 2-Fakirler, 3-Amirler şekliyle olmuştur.(3) Fâtih her haline hayran olduğu hocası Akşemseddin dergâhında halvete girmek ister ama o büyük veli kabul etmez, Sultan ısrar edince “sen halvete değil, devlete lâzımsın” der ve bir daha böyle ısrarlarla karşılaşmamak için Göynük’e çeker gider.(4)
İlimle meşgul olmasını çok seven Fâtih, kendi yaptırdığı külliyeye geldikçe içine girip ilimle meşgul olabileceği bir oda istemiş ama medresenin Rektörü; “Burası bir ilim merkezi. Dolayısıyla burada ancak ilim erbâbı insanlar bir yer, bir büro edinebilir. Sen Sultan olsan da, burayı sen yaptırsan da bu mümkün olmaz. Ancak imtihana tâbi olursun, kazanırsan sana fahri doktora payesi veririz, ondan sonra isteğin yerine gelir” demiştir.(5)
Çok iyi bir tahsil gören, birkaç lisanı çok güzel okuyan, konuşan ve yazan, döktürdüğü topların planlarını bile kendisi çizecek kadar teknik bilgiye sahip olan, devamlı ilimle meşgul olan, ilim erbâbının kadrini kıymetini en iyi takdir eden Sultan Fâtih, imtihan olur, kazanır ve ancak ondan sonra oradan bir oda alabilir. Şimdi beleşten, hatır için fahri doktora payesi satan ve alanların kulakları çınlasın!
Molla Güranî’nin Fâtihin Sadrâzamlık teklifini "Ben ilim erbâbıyım. İlmiye sınıfından birinin Sadrâzamlık makamına gelmesi, asker ocaklarından yetişen, beylik ve vezîrlik bekleyen kullarının hukukuna tecavüz olur" diyerek reddetmiştir.(6) Fâtih ilim ve ilim adamına bu kadar sevgi ve muhabbetinden dolayı günlük hayatta ulemâ yani ilim adamı kıyafetini ve sarığını kullanmıştır.(7)
Fâtih döneminde pâdişahın huzurunda yapılan ilmî münazara ve münakaşaları devlet adamları ayakta, ilim adamları oturarak tâkip ederlermiş. Aynı zamanda medrese mezunu olan Sadrâzam Mahmud Paşa, bu unvanına güvenerek oturumları oturarak tâkip edebilme hakkı istemiş ama Fâtih’in kulağına gidince: “O devlet otoritesine geçmiştir, bundan dolayı oturamaz. İstiyorsa bundan vazgeçsin, sarığını sarıp ilim adamı olarak gelip otursun” demiştir.(8)
Yavuz Kansu Gavri’yi yendikten sonra Halep’e doğru giderken ordu içindeki âlimlerden Mehmed Şah isimli bir hocayı atı yere düşürüyor. Bunu gören Yavuz hemen atından iner ve âlimin elinden tutup ayağa kaldırır.(9) Yine Yavuz’la ilgili şu târihî rivâyet de çok meşhurdur: Mısır seferinde Yavuz at üzerinde giderken, Anadolu kazaskeri olan büyük ilim adamı Kemal Paşa Zâde(10) ile sohbet ediyormuş.
Çamurlu bir sahadan geçilirken İbni Kemal’in atı sürçmüş (tökezlemiş) ve sıçrayan çamurlar Hakanın kaftanına kadar yükselmiş. Büyük bilgin derin bir mahcubiyet içinde kalmış, telaşından özür bile dileyememiş, fakat Yavuz; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bana şeref verir. Öldüğüm zaman bu çamurlu kaftanı sandukamın üzerine koysunlar” diye vasiyet etmiştir. Yavuz ölünce vasiyeti yerine getirilmiş, o zamandan beri çamurları ile muhâfaza edilen kaftan sandukasının üzerine örtülmüştür.(11)
Süleymaniye Câmii’nin temeli atılacağında Kanûnî; ilme ve âlime hürmetinden dolayı ilk harcı Şeyhülislâm Ebussuud Efendiye koydurmuş, açılışı da yine aynı âlime yaptırmıştır.(12) Osmanlıdaki ilim aşkı o derecelere varmış ki; Kanûnînin çocuklarının sünnet düğününde bile birçok oyun ve yarışmaların yanında bilgi yarışması da yaptırılmıştır.(13)
Dipnotlar:
1- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-2”, KTB Yay. İst. 2013, s. 99.
2- Sâmiha Ayverdi, “Ebedî ve Mânevî Dünyası İçinde FATİH”, Kubbealtı Yay. İst. 2008, s. 30.
3- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-2”, KTB Yay. İst. 2013, s. 170.
4- Mustafa Runyun-Osman Keskioğlu, “Fâtih Devrinde İlim ve O devirde Yetişen İlim Adamları”, DİB yay. Ankara, 1953. 225.
5- Ömer Faruk Yılmaz, Târih Med. Dergisi, Temmuz, 1999, sayı 64, s. 32.
6- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı: 27, s. 23.
7- İlber Ortaylı, “Osmanlı Sarayında Hayat” Yitik Hazine Yay. İst. 2008, s. 75.
8- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-2”, KTB Yay. İst. 2013, s. 275.
9- Dursun Gürlek, “Tebessüm ve Tefekkür”, Kubbealtı Yay. 5. Baskı, İst. 2012, s.13.
10- Bu büyük âlim 200 den fazla kitap ve risâle yazmıştır. Dursun Gürlek, “Çınaraltı Kitap Sohbetleri”, Timaş Yay. İst. 2011, s. 173.
11- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 3, s. 254.
12- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 4, s. 182.
13- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-4”, KTB Yay. İst. 2013, s. 65.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.