Osmanlıda İlim Adamlarına Verilen Değer (2)
06 Mart 2018, Salı 07:39Molla Güranî’nin Fâtihin Sadrâzamlık teklifini "Ben ilim erbâbıyım. İlmiye sınıfından birinin Sadrâzamlık makamına gelmesi, asker ocaklarından yetişen, beylik ve vezîrlik bekleyen kullarının hukukuna tecavüz olur" diyerek reddetmiştir.(1) Fâtih ilim ve ilim adamına bu kadar sevgi ve muhabbetinden dolayı günlük hayatta ulemâ yani ilim adamı kıyafetini ve sarığını kullanmıştır.(2)
Fâtih döneminde pâdişahın huzurunda yapılan ilmî münazara ve münakaşaları devlet adamları ayakta, ilim adamları oturarak tâkip ederlermiş. Aynı zamanda medrese mezunu olan Sadrâzam Mahmud Paşa, bu unvanına güvenerek oturumları oturarak tâkip edebilme hakkı istemiş ama Fâtih’in kulağına gidince: “O devlet otoritesine geçmiştir, bundan dolayı oturamaz. İstiyorsa bundan vazgeçsin, sarığını sarıp ilim adamı olarak gelip otursun” demiştir.(3)
Yavuz Kansu Gavri’yi yendikten sonra Halep’e doğru giderken ordu içindeki âlimlerden Mehmed Şah isimli bir hocayı atı yere düşürüyor. Bunu gören Yavuz hemen atından iner ve âlimin elinden tutup ayağa kaldırır.(4) Yine Yavuz’la ilgili şu târihî rivâyet de çok meşhurdur: Mısır seferinde Yavuz at üzerinde giderken, Anadolu kazaskeri olan büyük ilim adamı Kemal Paşa Zâde(5) ile sohbet ediyormuş.
Çamurlu bir sahadan geçilirken İbni Kemal’in atı sürçmüş (tökezlemiş) ve sıçrayan çamurlar Hakanın kaftanına kadar yükselmiş. Büyük bilgin derin bir mahcubiyet içinde kalmış, telaşından özür bile dileyememiş, fakat Yavuz; “Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bana şeref verir. Öldüğüm zaman bu çamurlu kaftanı sandukamın üzerine koysunlar” diye vasiyet etmiştir. Yavuz ölünce vasiyeti yerine getirilmiş, o zamandan beri çamurları ile muhâfaza edilen kaftan sandukasının üzerine örtülmüştür.(6)
Süleymaniye Câmii’nin temeli atılacağında Kanûnî; ilme ve âlime hürmetinden dolayı ilk harcı Şeyhülislâm Ebussuud Efendiye koydurmuş, açılışı da yine aynı âlime yaptırmıştır.(7) Osmanlıdaki ilim aşkı o derecelere varmış ki; Kanûnînin çocuklarının sünnet düğününde bile birçok oyun ve yarışmaların yanında bilgi yarışması da yaptırılmıştır.(8)
Ebussuud Efendi “İrşadü’l-Aklü’s-Selim” isimli tefsîrini yazıp Kanûnîye takdim etmek için saraya getirdiğinde, Sultan yaya olarak hürmeten bab-ı hümâyun’a (giriş kapısına) kadar gelmiş, tefsîri büyük bir hürmetle kucağına almış yine yaya olarak götürmüş ve yazarına büyük iltifatlar edip mükâfatlar vermiştir.(9) Bu büyük âlime bugünün rayicine göre 151. 200 dolar aylık maaş verildiği hesap edilmiştir.(10)
Osmanlı sultanlarının ilme ve ilim adamına verdikleri değeri yansıtan olaylardan biri de sık sık yaptıkları “Huzur Dersleri’dir.(11) İlim, tarîkat ve tasavvuf erbâbından tanınmış âlimler saraya davet edilir, pâdişah ve devlet ricali de iştirak eder, saatlerce hattâ bazen günlerce süren ilmî münazara ve münakaşalar icra edilir. Teâmül gereği bayramlarda pâdişahların elini bütün devlet ricali öper, yalnız ulemaya el-etek öptürmezler ve onları ayakta karşılarlardı.(12) En büyük suçu işleseler bile ilim adamlarına idam, hapis, sürgün gibi ağır cezaların verilemediğini daha önce yazmıştık.(13)
Son Zamanlar
Osmanlının gerileme ve yozlaşma dönemlerinde medreseler de bozulmuş, ilim adamları eski vasıflarını kaybetmiş, müspet ilim sâhibi insanlar azalmış, horlanmış, izzet, ikram ve i’tibâr tasavvuf ve tarîkat erbâbına gösterilmeye başlanmış,(14) halk câhilleşmiş ve tercihlerini onlardan yana kullanmaya başlamış, tekkeli-medreseli kavgaları başlamış,(15) medreselerden astronomi, felsefe, mantık gibi dersler kaldırılmış,(16) İsrailî ve hurafî bilgileri ihtiva eden kitaplar ders kitabı olarak okutulmaya başlanmış, Osmanlı medrese talebelerini askerlikten muaf tuttuğu için, son zamanlarda daha da sıklaşan savaşlardan kurtulabilmek için medreseler asker kaçakları ile dolup taşmış,(17) rüşvetle, hatır ve gönül ilişkileri ile talebe kimlikleri verilmiş, beşik uleması diye akla ve hayale sığmayan bir uygulama başlamış ve 13-14 yaşındaki çocuklara müderris unvanları satılmaya başlanmış…(18)
Kısaca bir zamanlar ilim ve irfan yuvası olan bu müesseseler son zamanlarda film ve fitne yuvaları olmuşlar.
Dipnotlar:
1- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı: 27, s. 23.
2- İlber Ortaylı, “Osmanlı Sarayında Hayat” Yitik Hazine Yay. İst. 2008, s. 75.
3- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-2”, KTB Yay. İst. 2013, s. 275.
4- Dursun Gürlek, “Tebessüm ve Tefekkür”, Kubbealtı Yay. 5. Baskı, İst. 2012, s.13.
5- Bu büyük âlim 200 den fazla kitap ve risâle yazmıştır. Dursun Gürlek, “Çınaraltı Kitap Sohbetleri”, Timaş Yay. İst. 2011, s. 173.
6- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 3, s. 254.
7- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 4, s. 182.
8- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-4”, KTB Yay. İst. 2013, s. 65.
9- Dursun Gürlek, “Mâziye Bir Bakıver”, Timaş Yay. İst. 2010, s. 210.
10- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı 18, s. 46.
11- Aydın Taneri, “Türk Devlet Geleneği”,MEB Yay. İst.1997, s. 179.
12- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 3, s. 343; c. 5, s. 194.
13- Erol Güngör, “İslâm Üzerine Düşünceler”, s. 71.
14- Halil İnalcık, “Söyleşiler ve Konuşmalar” Profil Yay. c. 1, İst. 2013, s. 224.
15- Mustafa Kara, “Niyazi-î Mısrî”, TDV Yay. Ank. 2006, s. 63.
16- Kâtip Çelebi, “Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ehakk”, Marifet Yay. İst. 2001, s. 42; Ebû Said Hâdimî, Yaşar Sarıkaya, Kitap Yayınevi, İst. 2008, s. 86.
17- Mahmud Soydan, “Ankaralı’nın Defteri”, Türkiye İş Bankası Yay. İst. 2007, s. 53; Mahmud Muhtar Paşa, “Rumeli’yi Neden Kaybettik?”, Örgün Yay. İst. 2007, s. 194.
18- Ahmed Turan Yüksel, “İslâm’da Bilim Târihi” Kitap Dünyası Yay. Konya 2002, s. 140 .
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.