Osmanlıda İlim Adamlarına Verilen Değer (3)
07 Mart 2018, Çarşamba 07:23Ebussuud Efendi “İrşadü’l-Aklü’s-Selim” isimli tefsîrini yazıp Kanûnîye takdim etmek için saraya getirdiğinde, Sultan yaya olarak hürmeten bab-ı hümâyun’a (giriş kapısına) kadar gelmiş, tefsîri büyük bir hürmetle kucağına almış yine yaya olarak götürmüş ve yazarına büyük iltifatlar edip mükâfatlar vermiştir.(1) Bu büyük âlime bugünün rayicine göre 151. 200 dolar aylık maaş verildiği hesap edilmiştir.(2)
Osmanlı sultanlarının ilme ve ilim adamına verdikleri değeri yansıtan olaylardan biri de sık sık yaptıkları “Huzur Dersleri’dir.(3) İlim, tarîkat ve tasavvuf erbâbından tanınmış âlimler saraya davet edilir, pâdişah ve devlet ricali de iştirak eder, saatlerce hattâ bazen günlerce süren ilmî münazara ve münakaşalar icra edilir. Teâmül gereği bayramlarda pâdişahların elini bütün devlet ricali öper, yalnız ulemaya el-etek öptürmezler ve onları ayakta karşılarlardı.(4) En büyük suçu işleseler bile ilim adamlarına idam, hapis, sürgün gibi ağır cezaların verilemediğini daha önce yazmıştık.(5)
Son Zamanlar
Osmanlının gerileme ve yozlaşma dönemlerinde medreseler de bozulmuş, ilim adamları eski vasıflarını kaybetmiş, müspet ilim sâhibi insanlar azalmış, horlanmış, izzet, ikram ve i’tibâr tasavvuf ve tarîkat erbâbına gösterilmeye başlanmış,(6) halk câhilleşmiş ve tercihlerini onlardan yana kullanmaya başlamış, tekkeli-medreseli kavgaları başlamış,(7) medreselerden astronomi, felsefe, mantık gibi dersler kaldırılmış,(8) İsrailî ve hurafî bilgileri ihtiva eden kitaplar ders kitabı olarak okutulmaya başlanmış, Osmanlı medrese talebelerini askerlikten muaf tuttuğu için, son zamanlarda daha da sıklaşan savaşlardan kurtulabilmek için medreseler asker kaçakları ile dolup taşmış,(9) rüşvetle, hatır ve gönül ilişkileri ile talebe kimlikleri verilmiş, beşik uleması diye akla ve hayale sığmayan bir uygulama başlamış ve 13-14 yaşındaki çocuklara müderris unvanları satılmaya başlanmış…(10)
Kısaca bir zamanlar ilim ve irfan yuvası olan bu müesseseler son zamanlarda film ve fitne yuvaları olmuşlar.
Osmanlı son zamanlarında her ne kadar zahiren bağımsız gibi görünse de; hakikatte kültür emperyalizminin baskısı altına girmiş, ilim müesseseleri bozulduğu gibi, son derece de azalmış, azınlıkların okulları baskın duruma gelmiştir. Şu misal bunun en bâriz delilidir:
1917 yılında Memleketimizdeki yabancı okulların sayısı:
59 Rum okulu, 37 Ermeni, 21 Mûsevî, 171 Sırp, 4 Ulah, 72 Fransız, 83 İngiliz, 465 Amerikan, 24 İtalyan, 7 Alman, 7 Avusturya, 44 Rus, 3 İran, 212 Bulgar,3 Yunan okulu vardı. Yani yabancı okulların sayısı devletin resmi okullarının sayısından fazla idi.(11)
İdarecileri gayri Müslimler olan bu okullara Müslüman talebelerin girmeleri serbest, hattâ buralara kaydolmak, kolay iş bulma vadi gibi yöntemlerle teşvik ediliyor, onbinlerce Türk gencinin buralarda okumaları sağlanıyor, ama Osmanlının son zamanlarında Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) açılıyor, idârecileri Türk olduğu için gayri Müslim talabelerin özellikle Katolik talebelerin bu okulda okumasını Papalık ve Fanatik Hıristiyanlar yasaklamışlardır. Niye? Çocuklarımızın fikri, inancı ve ahlâkı bozulur diye!(12)
Onlar bu hususlarda bu kadar hassas ve tutucu. Ama Müslümanlar yukarıda sayılan okullarda okuyan talebelerini kiliseye götürdükleri ve Hıristiyan inançlarını telkin ettikleri bilindiği, duyulduğu hâlde(13) aldırmamışlar ve neticede vatanperver olduğunu zanneden ama Haçlı aleminin gaye ve ideallerine kayıtsız şartsız hizmet eden türedi bir nesil ortaya çıkıvermiştir.
Mevcutların da birçoğu her yeniliğe karşı çıkmışlar, kafalarına uymayan veya menfaatlerine dokunan bir uygulama söz konusu olduğu veya başladığı zaman güya medreselerdeki bu büyük âlimler tarafından! Rüyalar görülür, Hz. Peygamber onlara o işin bid’at ve hurâfe olduğunu söyler,(14) onlar câmi vaizlerine haber gönderirler, konu câmilerde, kürsülerde işlenir, o yenilikten ve memleket için hayırlı işlerden vazgeçilmesi sağlanır, aksi halde isyanlar, ihtilallar başlayıverirmiş. Özdemiroğlu Osman Paşa Yemen görevinden dönerken getirdiği kahveye bile bu karakterde olan insanlar bid’at diye karşı çıkmışlardır.
Dipnotlar:
1- Dursun Gürlek, “Mâziye Bir Bakıver”, Timaş Yay. İst. 2010, s. 210.
2- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı 18, s. 46.
3- Aydın Taneri, “Türk Devlet Geleneği”,MEB Yay. İst.1997, s. 179.
4- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 3, s. 343; c. 5, s. 194.
5- Erol Güngör, “İslâm Üzerine Düşünceler”, s. 71.
6- Halil İnalcık, “Söyleşiler ve Konuşmalar” Profil Yay. c. 1, İst. 2013, s. 224.
7- Mustafa Kara, “Niyazi-î Mısrî”, TDV Yay. Ank. 2006, s. 63.
8- Kâtip Çelebi, “Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ehakk”, Marifet Yay. İst. 2001, s. 42; Ebû Said Hâdimî, Yaşar Sarıkaya, Kitap Yayınevi, İst. 2008, s. 86.
9- Mahmud Soydan, “Ankaralı’nın Defteri”, Türkiye İş Bankası Yay. İst. 2007, s. 53; Mahmud Muhtar Paşa, “Rumeli’yi Neden Kaybettik?”, Örgün Yay. İst. 2007, s. 194.
10- Ahmed Turan Yüksel, “İslâm’da Bilim Târihi” Kitap Dünyası Yay. Konya 2002, s. 140 .
11- Yavuz Bülent Bâkiler, “Sözün Doğrusu-1”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2006, s. 277.
12- Derin Târih Dergisi, sayı 31, Ekim 2014, s. 60.
13- Bkz: Abdullah Uçar, “Misyonerler, Modern Haçlılar”, Adım Mat. Konya 2005.
14- Ali Rıza-Mehmed Gâlip, a. g. e. s. 24.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.