Osmanlı?da Kitap Kıymeti ve Ödünç Verme
14 Ekim 2017, Cumartesi 09:56Eski dönemlerde basım yayım işleri bugünkü kadar kolay olmayınca kitap çok kıymetli, çok pahalıdır. Osmanlı Vak’anüvistlerinden Esat Efendi yazdığı bir kitaba karşılık Kanlıca’da bir yalı parasını pâdişahtan ihsan olarak alabilmiştir.(1)
Kitap Osmanlı döneminde iyi bir yatırım aracı imiş. 100 bin akçe, yani bugünkü rayiçle milyonlar değerinde kitaplar varmış.(2) Sultanların, beylerin, paşaların, bürokratların düğünlerinde en kıymetli hediye olarak kitap getirilirmiş.(3) 4. Mehmed oğlanlarını everince düğünde çok kıymetli 71 adet eser hediye gelmiştir.
Çok kıymetli bir ilim malzemesi olduğu ve nâdir bulunduğu için insanlar birbirinden ödünç alıp okurlar ve sâhibine iade ederlermiş. Ama bazı zamanlar bu geri verme işinde aksamalar olduğu için, kitap sahiplerinden şiirler, fıkralar, darb-ı meseller zikredilmiştir.
“Ödünç verilen kitaplar Yemen’e giden askerler gibi geri gelmezler.” Diyenler olduğu gibi; “Kitaplar çok iyi dostlardır, ama ödünç verildiği zaman çok acı çekerler. Öylesine kırılırlar ki, bir daha geri dönmezler.” Diyenlerde olmuş. Köse İmam diye bir zat verdiği kitaplar geri gelmeyince canı sıkılmış ve kütüphânesine şöyle bir levha asmış:
Dest-i gadr-i müsteirandan ziyânım bîhesab
Ahdim olsun âriyet hiç kimseye vermem kitap
Yani: Ödünç kitap alanlar elinden hesapsız zarar ettiğim için, yeminim ettim kimseye ödünç kitap veremem.
Mevlânâ soyundan olan Şefik Can, Kuleli Askerî Lisesinde talebe iken hocası Tahirül Mevlevî’den ödünç kitap ister ama hocası vermez. Yıllar sonra hocası ile baba-oğul gibi iyi bir dostluk kuran Şefik Can, hocasına bu olayı hatırlatınca, Tahirül Mevlevî kütüphânesinde asılı olan şu levhayı gösteriyor: “Benim dünyada yegâne sevgilim kitaptır. İnsan sevgilisini geçici bir süre için bile olsa, başkasına verebilir mi?”(4)
Ahmed Vefik Paşadan birisi ödünç kitap ister o vermez ve “ben bu kütüphâneyi böyle teşekkül ettirdim!” diye latife eder. Bu durum da şöyle yanlış bir anlayışın doğmasına sebep olmuştur: Matbaada yüzlerce, binlerce basıp Piyasaya sürülmesinin söz konusu olmadığı dönemlerde, adam kitap kurdu, kitap aşığı, ama kitap yok.
Çok güzel bir kitabın varlığını duyunca okumak ister ama elde edemez, satın almak ister piyasada bulunmaz, ödünç ister verilmez, ne yapacaklar? “Kitap çalmak günah olmaz, ilim metaı olduğu için başka hırsızlıklarla kıyaslanmaz” gibi yanlış bir anlayış doğmuş ve çok olmamak kaydıyla böyle olaylarda vuku bulmuştur. Kethüdazâde Mehmed Arif Efendi kitaplığından kıymetli kitap çalan birini görmüş, seslenmemiş ama arkasından hizmetçisini gönderip sahaflardan adamın sattığı kitabı para ile alıp geri getirtmiştir.(5)
Osmanlıda kitap satmak ilme ihânet telakki edilmiştir. Babasından, dedesinden miras kalan kitapları bile satmazlar, ehil olanlara hediye ederlermiş. Mecbur kalıpta kitap satmaya kalkanlar kendi kitaplarını bile gizlice satma yoluna giderlermiş.
Kitapların böyle kıymetli olduğu asırlarda kitap alışverişi yapan kişilere Sahaf veya Sahhaf denmiştir. Bunlardan bazıları kıymetli nâdir bulunan kitaplar hususunda o kadar insafsız davranmışlar, tâbir câizse karaborsa uygulamışlar ki; “Sahhaf-ı bî insaf” sözü şüyu bulmuştur (yayılmıştır).
Fakat günümüzde Batı dünyasında kitap bir insanın ihtiyaç listesinin 18. sırasında, bizde ise 122. sırasında olduğunu maalesef ve maalesef yapılan istatistikler gösteriyor.(6)
Dipnotlar:
1- İbrahim Refik, “Köklerden Göklere”, Albatros Yay. 2001, s. 112.
2- Derin Târih Dergisi Şubat 2014 sayı 23, s. 81.
3- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-4”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 29.
4- Dursun Gürlek, “Mâziye Bir Bakıver”, Timaş Yay. İst. 2010, s. 187.
5- Kethüdazâde Mehmed Arif Efendi,“Osmanlı Hayatından kesitler, İnsan Yay. İst. 2007, s. 41.
6- Y. Bülent Bâkiler, “Sözün Doğrusu-1”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. 7. Baskı, İst. 2006, s. 261.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.