OSMANLIDA NİFAK VE TEFRİKA (3)
27 Temmuz 2018, Cuma 07:17Akif merhumda ma’lum sözün özünü söylemiş ve bu hususta şöyle demiştir:
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.
Bu ayrışma, bu bölünme, bu kutuplaşma o raddelere varmış ki; 1897 deki Türk-Yunan Savaşında Osmanlı ordusu yenilirse hükümet düşer, pâdişah zor durumda kalır ve biz iktidara geliriz düşüncesiyle Jön Türk ve İttihatçı zihniyetinde olan kimseler Yunanlıların kazanmasını ve kendi ordusunun yenilmesini isteyecek, temenni edecek kadar gözlerini siyasî hırs ve tamah kör etmiştir.(1)
Sonradan Dahiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) olan Talat Paşa da Bulgarların Edirne’yi kuşattıkları dönemde asker içine girip onları savaşmaktan caydırmak için uğraştığını daha önce zikretmiş idik. Biz bu kafayı hâlâ değiştirebilmiş değiliz. Bugün de siyasî meselelerde olsun, spor hususlarında olsun; “düşmanımın düşmanı dostumdur” zihniyetiyle kendi vatanının rakip takımının değil de, düşman devletlerin takımlarının kazanmasını isteyebilen insanlar maalesef mevcuttur. Cenâb-ı Allah konuyu ne güzel özetlemiş: “Fitne kıtalden daha kötüdür”(2) Yani; bir toplumun içine fitne tohumları ekmek, zihinlerini bulandırmak, bireyleri bir birine düşürmek… Onları öldürmekten daha kötüdür. Çünkü o fitne neticesi onlar zaten birbirine düşman olacaklar, birbirlerini öldürecekler.
Bizdeki bu siyasî rekabet hastalığının hangi safhalara ulaştığına bir misal verip konuyu bitirelim: Batılıların hakkında yüzlerce kitap yazdığı bizim de daha ilkokul sıralarında; “Tuna nehri akmam diyor” diye ezberleyip okuduğumuz, târihimizin en şanlı kesitlerinden biri olan, dünya târihinde eşi ve emsali görülmeyen, târihimizin şeref levhalarından biri olan Plevne Müdafaasının baş kahramanı Gâzi Osman Paşa vefat ettikten sonra İttihatçılar “O Abdülhamid’in paşası idi” diye hanımına bağlanan maaşı kestirmişler, onu ve çocuklarını zarurete sevk etmişler, sadistçe bir siyasî tatmine ulaşmışlardır.(3) Neticede bu paşa ailesinin nasıl bir fakr u zaruret içinde kıvrandığını da asker menşeli yazarlarımızdan A. Ragıp Akyavaş’tan okuyalım:
“Bundan birkaç sene evvel gazete de gözüme bir haber ilişmişti. Fâtih’de Feyzullah sokağında bir evin tek odasında 80 yaşında bir kadın yaşıyormuş. Hiç kimse O’nun kim olduğunu, ne yiyip ne içtiğini arayıp sormazmış. Ara sıra köşedeki bakkala uğrar, 250 gr. Zeytinyağı, soğan, ekmek ve peynir alır, titrek ve nasırlı elleriyle cebinden çıkardığı üç-beş kuruşu tezgâhın üzerine bırakır, sessizce çekilir gidermiş.
Kimdir bu hanım biliyor musunuz? Pilevne kahramanı diye övündüğümüz, adı ve mânevî varlığı ile dâima iftihar ettiğimiz Gâzi Osman Paşa’nın öz oğlu Nurettin Paşa’nın refikasıdır!
Günlerden bir gün Kadıköy’de bulunuyordum. İttihat Spor kulübünün yanında bir sokak vardır. Kördere sokağı derler. Yanımda benim gibi Çatalca müdafaasına iştirak etmiş eski bir muharip arkadaşım vardı. Onunla yârenlik ederek oradan geçiyorduk.
Sokağın ağzında basit bir dükkân gözüme ilişti. Önünde bizim akran biri oturuyordu. Yanımdaki arkadaşla selâmlaştılar, ben de selâmladım. Hoş bir kılık kıyafette olmayan bu zâtın kim olduğunu sordum. “Gâzi Osman Paşa’nın oğlu, tanımaz mısın? Plevne nişancı taburunda silâh arkadaşlığı etmiştik” dedi. Hatırlamadım, fakat ağabeyi Nurettin Paşa’yı çok iyi tanırım dedim. Gördüğün bu tahta evin altındaki bu küçücük bakkal dükkânında hayatını temine çalışıyor. Üst katında da ihtiyar annesi oturuyor diye ilâve etti.”(4)
Asırlarca Osmanlı ile savaşan, onu yıkmak için can atan, her türlü çareye başvuran fakat gaye ve hedefine ulaşamayan Haçlılar, bu fitne sayesinde emellerine nail olmuşlar ve koskoca bir Devlet-i Âliyye’nin mensuplarını bir birine kırdırarak, çok acıklı ve dramatik olaylar yaşatarak Osmanlıyı batırmışlardır. Ama Allah’a şükür ki, Türk Milletinin karakterinde, mayasında mevcut olan özelliği yok edememişler, yeni bir devletin doğmasına da mâni olamamışlardır.
Osmanlının birlik dönemlerini bilen Meşhur Nikola Makyavelli eserinde “Osmanlıyı ele geçirmek çok zordur. Çünkü işgalcileri içerden çağıracak beyler yoktur ve halkın ayaklanması gibi bir durum da meydana gelmez. Osmanlı imparatorluğu birlik içinde olduğundan saldırganların başarıya ulaşmak için kendi güçlerinden başka dayanakları olmayacaktır.” Demektedir.
Ama son zamanlarda maalesef böyle olmamış, yıkılmış, bertaraf olmuş, tasfiyeye uğramış, târih sahnesinden çekilmiş, ama onun yerine gelen torunları da maalesef bunlardan ibret almıyor ve hâlâ atomlarımıza ayrılmanın azmi ve gayreti içinde çırpınıp duruyoruz. Avrupa’nın Ortaçağdaki düştüğü nifak ve tefrika tuzağına biz günümüzde tutulmuş durumdayız. Sâdece biz mi? Hayır bütün İslâm Âlemi maalesef aynı hatanın, aynı girdabın içinde kıvranıp duruyoruz.
Dipnotlar:
1- Mustafa Armağan, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-2”, Timaş Yay. İst. 2009. s. 239.
2- Bakara Sûresi, 191.
3- Mustafa Armağan, “Küller Altında Yakın Târih”, Timaş Yay. İst. 2007, s. 243.
4- Ragıp Akyavaş, “Târih Meşheri-1”, T. D. V yayını Ankara 2002. cilt 1, s. 11.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.