OSMANLIDA NİZÂM-I ÂLEM MESELESİ (5)
03 Ağustos 2018, Cuma 07:52Ankara Savaşı ve Nizâm-ı Âlem:
Timur Asya’dan çıkıp batıya doğru bütün devletleri yıkarak, yakarak, akla hayale gelmeyecek zülüm ve katliamlar yaparak ilerlemiş, önünden kaçıp Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıd’a iltica eden devlet yöneticilerinin de iadesini istemiştir. Bunu kabul etmeyen Yıldırımla arası bozulmuştur. Sivas’ı muhâsara etmiş, teslim olursanız kanınızı dökmeyeceğim diye söz vermesine rağmen, 4 binden fazla askeri: “ben size kanınızı dökmeyeceğim dedim yine de dökmüyorum, sözümde duruyorum” diyerek diri diri toprağa gömdürmüştür.
Bilahare Ankara Çubuk ovasında Timur ve Yıldırım orduları 1402 yılında karşılaşmış, Osmanlı ordusu içindeki Kara Tatarların ve bazı gurupların, Timur tarafına geçmeleri, Yıldırımın oğulları Mehmed ve Süleyman Çelebilerin, Vezîri-i Azam Çandarlı Ali Paşa’nın da ric’ate mecbur olmaları neticesi, Osmanlı ordusu yenilmiş, kaçmasını tavsiye edenlerin sözlerine bakmayan kahraman sultan Yıldırım Beyazıd, tek başına savaşırken atından düşüp esir olmuştur.
Bu olaydan sonra Osmanlının idâresi altına aldığı bütün beylikler başta Karaman oğulları olmak üzere tekrar istiklâllerini ilân etmişler, Yıldırımın kurduğu millî birlik binası yıkılmıştır. Hem bu beylikler, hem de Yıldırımın altı oğlu saltanat kavgasına başladıkları için, Osmanlı diyârında (Rumeli’de dâhil olmak üzere) bir anarşi başlamış, Balkanlarda birçok yerler elden çıkmış, dirlik ve düzen bozulmuş, Târihî tabirle “Fetret Devri” başlamıştır.
Anadolu’daki birçok şehir, Timur ve başka ordular tarafından yağma ve katliamlara tabi tutulmuş, târihî eserler ve hazineler soyulmuş, namuslar payimal edilmiş, ilim ve sanat erbâbı telef olmuş, her yerde tam bir terör ve anarşi kol gezmeye başlamıştır.(1)
Osmanlı idârecileri ve halkı, Fetret Devrinde ve Haçlı Seferleri esnasında Anadolu’daki Müslümanların çektikleri çileleri, sıkıntıları, onların yaptıkları soykırımları iyi biliyorlardı. Bu sebeple, bu tecrübelerden sonra, birlik ve beraberliği her şeyin fevkinde tutmaya başlamışlardır. Çünkü birlik beraberlik olmadığı takdirde, Papa ve papazların teşviki ile, milyonluk ordular halinde Anadolu’ya gelen, bu çekirge sürülerinin karşısında durabilecek güçlü bir Müslüman devlet bulunamaz ise, İslâm âleminin tamamının büyük bir tehlike, kesin bir istilâ hareketiyle karşı karşıya olduklarının idraki içinde idiler.
Buna çok sarih (açık) bir misalde vardır: 180 sene içinde 8 defa büyük ordular halinde, “Haçlı seferleri” adı altında geldikleri Anadolu’da, Selçuklu Sultanları (Özellikle ll. Kılıçaslan) bunları açlığa mahkûm etmek ve vur kaç taktiği ile, sayılarını 30 bin civarına düşürmüş, ama bu kalıntılar, birlikten mahrum olan Ortadoğu’daki Atabekleri (şehir devletleri) yenip Hz. Ömer’den beri Müslümanların elinde olan Kudüs’ü, bu kutsal şehri almışlar ve akla-hayale gelmedik katliamlar yapmışlardır.(2) Bu katliamlardan bazılarını Hıristiyan târihçiler şöyle anlatır:
“Haçlı orduları Kudüs’e gelince ahalinin cümlesi: Kadın, erkek ve çocuk farkı gözetilmeksizin öldürüldü. Cesetlerin tefessühü (kokuşması) veba gibi bulaşıcı bir hastalığın zuhuruna sebep oldu. Yetmiş bin Müslüman’ı boğazladıktan ve Yahûdileri havralarında yaktıktan sonra, yorgunluklarından öldürüp ve yakamadıkları için ellerinde bir hayli esir kaldı...”(3)
Müslümanlarca mukaddes sayılan bu yerlere en büyük hakaretler yapılmış, buralara doldurulup öldürülen Müslümanların kanları pencerelere kadar yükselmiş, koydukları ağır vergileri ödeyemeyen halkın ellerinden çocukları vergilere mukâbil alınmıştır.(4)
Kudüs alındıktan sonra oraya kıral olan Godefroy De Boillon Papaya gönderdiği mektupta söyle der: "Eğer Kudüs’te bulunan düşmanlara ne yapıldığını bilmek isterseniz, mâ’lumunuz olsun ki, Mabed-i Süleyman dehlizinde ve Mescid-i Aksa’da bizimkiler Arapların kanları içinde atla geziyorlardı. Kan atların diz kapaklarına kadar çıkmış bulunuyordu..."(5)
Bunun sebebi; o târihlerde Ortadoğu’da ciddi ve güçlü bir Müslüman devletin olmayışıdır. Her şehir kendi başına bir devlet olmuş, idârecilerine de Atabek’ler denmiş, Anadolu’dan, Müslüman Türklerden kaçıp kurtulabilen kılıç artığı Haçlı orduları bu devletçikleri tek tek lokma gibi yutmuş, hiç biri birine yardım edememiştir.
Bu târihî tecrübeler; Osmanlının zihnine ve fikrine şunu Kâzımıştır ki; Haçlıların karşısında onlara “Dur” diyebilecek mutlaka büyük bir İslâm devleti bulunmalı. Bu her ne pahasına olursa olsun sağlanmalı. Gerekirse bu uğurda en büyük fedâkârlıklar yapılmalı. Diyetler ödenmeli... Şâir ne güzel söylemiş:
İkilik yok birlik var
Yalnız onda dirlik var
Yalnız ondadır felâh
Lâ İlahe illallah
Dipnotlar:
1- İsmail Hâmi Dânişmend, “Osmanlı Târihi Kronolojisi”, Türkiye Yayınevi, İst.1971,c.1,s.127.
2- Sâmiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları”, Damla Yay. İst. 1977, 2.Baskı, s. 59.
3- Funç Brentant, "Les Croisades " adlı eserinden s. 24.
4- Ali Küre, “Hıtat-üş Şam”, c. 1, s. 103.
5- Gibbon Henri, Bizans’ın Yıkılış târihiyle ilgili eseri. s. 670.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.