OSMANLIDA NİZÂM-I ÂLEM MESELESİ (6)
04 Ağustos 2018, Cumartesi 08:21Kudüs alındıktan sonra oraya kıral olan Godefroy De Boillon Papaya gönderdiği mektupta söyle der: "Eğer Kudüs’te bulunan düşmanlara ne yapıldığını bilmek isterseniz, mâ’lumunuz olsun ki, Mabed-i Süleyman dehlizinde ve Mescid-i Aksa’da bizimkiler Arapların kanları içinde atla geziyorlardı. Kan atların diz kapaklarına kadar çıkmış bulunuyordu..."(1)
Bunun sebebi; o târihlerde Ortadoğu’da ciddi ve güçlü bir Müslüman devletin olmayışıdır. Her şehir kendi başına bir devlet olmuş, idârecilerine de Atabek’ler denmiş, Anadolu’dan, Müslüman Türklerden kaçıp kurtulabilen kılıç artığı Haçlı orduları bu devletçikleri tek tek lokma gibi yutmuş, hiç biri birine yardım edememiştir.
Bu târihî tecrübeler; Osmanlının zihnine ve fikrine şunu Kâzımıştır ki; Haçlıların karşısında onlara “Dur” diyebilecek mutlaka büyük bir İslâm devleti bulunmalı. Bu her ne pahasına olursa olsun sağlanmalı. Gerekirse bu uğurda en büyük fedâkârlıklar yapılmalı. Diyetler ödenmeli... Şâir ne güzel söylemiş:
İkilik yok birlik var
Yalnız onda dirlik var
Yalnız ondadır felâh
Lâ İlahe illallah
Yakın târihimizden buna en bâriz misal de; Balkan Savaşıdır. Asırlarca emrimiz altında bir vilâyetimiz ahalisi olarak hayat süren, ecdâdımızın at uşaklığını yapan, çizmesini çıkaran, yemeğini getirdikleri için “çorbacılar” diye anılan Bulgarlara yenilmişiz. Edirne’yi aylarca kuşatmışlar, Selimiye Câmiinin içine kirli çizmeleri ile girmişler, Osmanlı ile alay etmişler,(2) halktan asırların intikamını almışlar, Devlet-i Âliyye'nin 230 sene de yüz binlerce şehit vererek vardığı Viyana önlerinden bizi kovalayarak Yeşilköy’e kadar gelip zafer anıtı dikmişlerdir.(3)
Bütün târihçilerin ittifak ettikleri bir husus vardır: İslâm târihinin en acıklı olayı Endülüs Müslümanlarının İspanyadan çıkarılması, Osmanlı târihinin en dramatik olayı da Evlâd-ı Fâtihân’ın Balkanlardan çekilişidir. Bize bu acıyı tattıran, târihe rezil eden, ecdâdımızın ruhaniyetini rencide eden, kıyâmette de yakamızdan tutturacak olan, koskoca Rumeli Ordumuzun yok olmasına sebep olan, ordu ve millet içinde dal budak salan fitne ve fücurdur. Nifak ve tefrikadır.
Bir başka ibretli misal de; Birinci dünya savaşında Avrupa’nın hattâ dünyanın en güçlü orduları ile dokuz cephede savaşan, neticede İstiklâl Savaşı ile onların hepsini cennet vatandan kovup çıkaran, fakat içimizde çıkan bir PKK belâsı ile 30 senedir baş edemeyen milletimizin bugünkü durumu da yine bu konuya en açık ve güncel delildir.
Dolayısıyla; Ankara savaşından sonra da, tefrikanın faturasını çok ağır ödeyen, bu sebeple "Fitne kıtalden daha kötüdür"(4) âyetini çok iyi anlayıp idrak eden, Osmanlı: "Eğer bir vebâl, bir diyet ödenmesi gerekiyorsa, bunu Hânedân-ı Ali Osman ödesin. At üzerindeki civanmert şehzâdesi, eşikteki yavrusu, beşikteki sabisi pahasına on binlerin, yüz binlerin kanına mal olacak bir fitneyi biz evlatlarımızın kanıyla ödeyelim. Yeter ki birlik ve beraberliğimiz bozulmasın. Ehl-i Salîb'in karşısına durabilecek tek millet, tek güç olan Osmanlı, fitne ve tefrikaya düşmesin, gücü zayıflamasın."(5) felsefesini baş tâcı etmiş, ve devletin kanun, kural ve kaidelerini bu inanç ve itikat üzerine kurmuştur.
Mısır Sultanı Gavri ile Yavuzun arası ilk zamanlar çok iyidir. Yavuz ona baba diye hitap eder. Daha sonra Merci Dabık’ta savaşmak durumunda kalınca Gavri: “Selim Han bize yazdığı mektuplarda Baba diye hitap ediyordu. Şimdi üzerimize geliyor. İnsan babasının üzerine gelir mi?” deyince Yavuz şöyle cevap verir: “Biz bir gâyenin yolcusuyuz. Kim önümüze çıkarsa üstüne gideriz. Vaktiyle öz babamızın ve kardeşlerimizin üstüne gitmiştik. Sultan Gavri bunu bilmez mi?”(6)
Mısır’ı fethedince Sultan Tomanbay’ı önce affetmiş, emrine bir saray tahsis etmiş ve gâyet iyi davranmıştır. Fakat sultanın adamları bir ihtilal, bir fitne ve isyan hazırlığı içine girince idam ettirmiş, hem de teâmül gereği babalarının salından başkasına yapışmayan Osmanlı âdetine rağmen Tomanbay’ın salına yapışıp ağlamıştır.(7)
Kanûnî oğlu Şehzâde Mustafa’ya kıydığı sıralarda Osmanlı diyârında bulunun Avusturya elçisi Busbecq olayı, Osmanlı düşünce sistemine göre şöyle açıklar: “Müslümanlar, Osmanlı hânedanının varlığı ile ayaktadırlar. Hânedan yıkılırsa din de mahvolur. Bu bakımdan din ve devletin selâmeti için hânedanın bekası evlattan daha mühimdir”(8)
Osmanlının bu husustaki düşünce tarzının ne kadar tâvizsiz ve katı olduğunu anlamak için şu misalde çok çarpıcıdır: Cem Sultan Ağabeyi 2. Beyazid’e “devleti bölüşelim” deyince onun cevabı “gövdem ikiye bölünür, ümmet toprağı bölünmez” olmuştur.(9)
Dipnotlar:
1- Gibbon Henri, Bizans’ın Yıkılış târihiyle ilgili eseri. s. 670.
2- Edirne Müdâfii Şükrü Paşa mecbur kalıp, teslim olunca esir olarak götürülürken, trende Sofya’ya varıncaya kadar ağlamıştır. İlhan Bardakçı, “İmparatorluğun Yağması”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2006, s. 102.
3- İlhan Bardakçı, “İmparatorluğa Veda”, Hülbe Yay. Ank. 1985, s. l0.
4- Bakara Sûresi, 191.
5- Y. Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”,Ötken Yay. 1977, c.3, s.19; c.4, s.224; c.5, s. 31,62,155.
6- İbrahim Refik, “Efsane So¬luklar”, TÖV Yay. İzmir 1993, s. 4, 37.
7- Târih ve Düşünce Dergisi Nisan 2004, s. 37.
8- Abdülkadir Özcan, Târih ve Medeniyet Dergisi, Mayıs 1994, sayı 3, s. 19.
9- Derin Târih Dergisi, sayı 27, Haziran 2014, s. 12.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.