OSMANLIDA NİZÂM-I ÂLEM MESELESİ (7)
06 Ağustos 2018, Pazartesi 07:24Mısır Sultanı Gavri ile Yavuzun arası ilk zamanlar çok iyidir. Yavuz ona baba diye hitap eder. Daha sonra Merci Dabık’ta savaşmak durumunda kalınca Gavri: “Selim Han bize yazdığı mektuplarda Baba diye hitap ediyordu. Şimdi üzerimize geliyor. İnsan babasının üzerine gelir mi?” deyince Yavuz şöyle cevap verir: “Biz bir gâyenin yolcusuyuz. Kim önümüze çıkarsa üstüne gideriz. Vaktiyle öz babamızın ve kardeşlerimizin üstüne gitmiştik. Sultan Gavri bunu bilmez mi?”(1)
Mısır’ı fethedince Sultan Tomanbay’ı önce affetmiş, emrine bir saray tahsis etmiş ve gâyet iyi davranmıştır. Fakat sultanın adamları bir ihtilal, bir fitne ve isyan hazırlığı içine girince idam ettirmiş, hem de teâmül gereği babalarının salından başkasına yapışmayan Osmanlı âdetine rağmen Tomanbay’ın salına yapışıp ağlamıştır.(2)
Kanûnî oğlu Şehzâde Mustafa’ya kıydığı sıralarda Osmanlı diyârında bulunun Avusturya elçisi Busbecq olayı, Osmanlı düşünce sistemine göre şöyle açıklar: “Müslümanlar, Osmanlı hânedanının varlığı ile ayaktadırlar. Hânedan yıkılırsa din de mahvolur. Bu bakımdan din ve devletin selâmeti için hânedanın bekası evlattan daha mühimdir”(3)
Osmanlının bu husustaki düşünce tarzının ne kadar tâvizsiz ve katı olduğunu anlamak için şu misalde çok çarpıcıdır: Cem Sultan Ağabeyi 2. Beyazid’e “devleti bölüşelim” deyince onun cevabı “gövdem ikiye bölünür, ümmet toprağı bölünmez” olmuştur.(4)
Osmanlı ittihada, birlik ve beraberliğe çok önem verdiği; “zarar-ı âmmı def için, zarar-ı hâss ihtiyar olunur-Yani: cemiyetin selâmeti için fert fedâ edilir” düstûrunu uyguladığı için, gelmiş-geçmiş Türk devletleri içinde en uzun ömürlü olanı olmuştur.
Çünkü Türk-Osmanlı târihi incelendiğinde görülür ki; insan tabiatı icabı, saltanatta hakkı olan hiçbir şehzâde, ona ulaşmak için her yolu denemiş, siyasî oyunlar, ihânetler, isyanlar, Bizans’a sığınıp, şantaj vesilesi olup devletin başına belâ olmuşlar, Bizans ve Haçlılarla işbirliği yapmalar, iç dinamikleri kullanıp isyanlar çıkarmalar, yani devleti meşgul edecek her türlü faaliyetin içinde olmuşlardır. İlk dönem Osmanlı Târihi bunun örnekleriyle doludur.
Bu da elbette gaza ruhunu söndürme, cihat aşkını dindirme, ideal ve mefkûreyi öldürme sebebidir. Osmanlı buna mâni olmuştur.
Fakat burada Osmanlının hata ve kusuru bu cinâyetlerin sistematik hale getirilmesi, kanun ve kurallara bağlanmasıdır. Fakat Fâtih Kanunnamesinde mevcut olduğu söylenen ve Fâtih’in koydurduğu dile getirilen: “…Ve her kimesneye ki evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizâm-ı âalem için katl etmek münasıb görülüp ekser-i ulemâ dahi tecviz etmiştir. Onunla âmil olalar…” maddesini kurumsallaştırmalarıdır.
Nizâm-ı Âlem fetvasını içine alan “Fâtih Kanunnamesi”nin aslının hiçbir yerde bulunamamasını göz önüne alarak(5)bunun uydurma olduğunu, Peygamber taltifine mazhar olmuş birinin böyle bir kanun çıkaramayacağını, Fâtih Kanunlarına bu maddenin sonradan sokuşturulduğunu iddia eden başta Ali Himmet Berki gibi târihçiler varsa da; Fâtih Kanunlarında bu maddenin olduğunu, daha başka birçok yerlerde geçtiğini, zaruretten dolayı devletin selâmeti için, “bölüneni börü yer”, “bütün vücudun selâmeti için kangren olmuş uzvun kesilip atılabileceğini”,(6)“acı reçeteler tatbik edilmezse vücudun sıhhat bulmayacağını” zaten bunları icra eden pâdişahların şeyhülislâm fetvalarıyla bu icraatları gerçekleştirdiklerini, Akşemseddin, Molla Güranî, Kemalpaşazâde, Zenbilli Ali Efendi ve Ebussuud gibi büyük âlimlerin bile buna fetva verdiklerini dolayısıyla “Nizâm-ı Âlem” maddesinin mevcut olduğunu savunan târihçiler de vardır.
Fakat Osmanlının birlik ve beraberlik üzerindeki hassasiyetin, nifak ve tefrika hususunda oluşan fobinin, sonradan istismar edilip, şahsi kin ve ihtiraslara alet edildiği de bir gerçektir.
Bu iman ve inanç sâhibi pâdişahların bu uygulamayı sâdece ve sâdece iktidar ve ikbal hırsı ile yaptıkları söylenemez. Osmanlı Sultanlarının hayatı incelendiğinde; kavgalar, kıtaller, savaşlar, can kaygısı, hal edilme korkusu, öldürülme fobisi, saray entrikaları…
Hayatlarını zehir eden birçok olay. Ama bunlar kendilerini o ortamı ve o mes’ûliyetin içinde buluyorlar, belki ilk zamanlar nefse uygun geldiği için şiddetle arzu edenler de olmuştur ama birçoğu da pişman olmuş ve rahat yüzü görmemiştir. Nitekim Sultan Aziz’in "Keşke fakir bir bakkal olsaydım" dediği zikredilir.(7) Yıldırım Timur’un Sivas’ı alması ve bir şehzâdesini idam ettirdiği günlerde bir çobanın kaval çalıp koyun güdüşüne imrenir ve “çal çoban çal. Benim gibi memleketin zayi, evlatların bağımi oldu”(8) demiştir.
Dipnotlar:
1- İbrahim Refik, “Efsane Soluklar”, TÖV Yay. İzmir 1993, s. 4, 37.
2- Târih ve Düşünce Dergisi Nisan 2004, s. 37.
3- Abdülkadir Özcan, Târih ve Medeniyet Dergisi, Mayıs 1994, sayı 3, s. 19.
4- Derin Târih Dergisi, sayı 27, Haziran 2014, s. 12.
5- Osmanlı arşivleri günümüze kadar çok iyi muhâfaza edildiği, birçok detay ve inceliklerin günümüz araştırmacıları tarafından ortaya çıkarıldığı halde, Fâtih Kanunnamesi diye meşhur belgenin aslı hiçbir yerde bulunamamıştır. Hep müsveddeleri ortaya konmaktadır.
6- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-2”, KTB Yay. İst. 2013, kitabında bu olayı “kangren olan biz uzvun, bütün vücudu heder etmemesi için kesilip atılmasına” benzetir.
7- Cemal Kutay, “Sultan Azizin Avrupa Seyahati”, Boğaziçi Yayınları 1991, s. 14.
8- Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı 23, s. 22.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.