Osmanlıda Tabâbet ve Hastaneler (1)
21 Kasım 2017, Salı 07:20Osmanlı Ortaçağda Tababet hususunda gerçekten Batının fersah fersah ilerisindedir. 17. Yüzyıla kadar Osmanlı Medeniyeti, her hususta Batı Medeniyetinden üstündür. Osmanlının mayasını sağlıkçılar çalmıştır.
Osman Bey’in kayın babası ve şeyhi olan Edebali bir tabiptir. ABD’nin bile 1956 yılında ancak uygulamaya başlayabildiği Müzikle eğitimi dedelerimiz ta Fâtih’in oğlu 2. Beyazid döneminde yani 15. Asırda devreye sokup uygulamıştır. Bu Darü’ş-şifalarda uygulanan lüks ve konforu şöyle dile getiriyorlar: Edirne’deki Bîmarhane de her 20 hastaya hizmet veren 150 eleman çalıştığını zikrederler.(1)
Yani her hastaya 7-8 çalışan düşmektedir ki, bu bugün bile ilerlemiş devletlerin yakalayabildiği bir seviyeden daha üstündür. 16. Asırda sağlık kuruluşları, tabipler, attarlar, diplomasız yalancı tabiplerle ilgili pâdişah fermanları görülünce, Osmanlının bu husustaki hassasiyeti daha iyi anlaşılmaktadır.(2)
Osmanlı devletinde akıl hastalarına Bîmarhanelerde (hastanelerde) son derece şefkatle muâmele edilip ceviz karyolalarda, ipekli çamaşır ve çarşaflarda yatırılıp, mûsiki ile tedavi edilirken, aynı dönemde Avrupa da akıl hastaları “ruhuna şeytan girmiş” denilerek diri-diri yakılıyordu. İstanbul’daki Bîmarhâneleri gören Mongeri isimli bir seyyah: “Burası Avrupa’nın asırlar sonra tahayyül edeceği bir hayat müessesesidir” demiştir.(3)
Bursa’da Yıldırım Han’ın yaptırdığı Bursa Daru’t-Tıbbı, Fâtih’in bina ettirdiği Darüşşifalar, Edirne’de Beyazid Darüşşifası, Yavuzun annesi Bezm-i âlem Vâlide Sultan tarafından yaptırılan Manisa Bîmarhâne’si, Sultanahmet Bîmarhâne’si, Süleymaniye Darüşşifası, Vâlide-i Atik Darüşşifası, Haseki hastanesi… Osmanlının en seçkin sağlık kuruluşlarıdır. Bunlardan bazıları hâlâ hizmet vermektedir.
Edirne Darüşşifası, plan ve projesi ile o kadar dikkat çekici güzel bir yapıdır ki, İngiltere’de Bradford Çocuk Hastanesi, yine aynı memlekette Greenwich Hastanesi, Almanya’da Stutgard Hastanesi, Hollanda’da Anvers Askerî Hastanesi binalarının yapımında Beyazid Darüşşifasının örnek alındığı bilinmektedir.(4)
Osmanlıda cüzamlılara, akıl hastalarına, psikolojik sorunları olanlara gâyet iyi davranılıp hüsn-ü muâmele edilirken, onları cemiyetten dışlamadan her türlü tedavileri yapılırken, Batıda cüzamlıların, akıl hastalarının ayaklarına çan takmaları ve umûmî yerlere girmemeleri, kimseyle teşrik-i mesai yapmamaları şart koşulur, hattâ bunlar mecburen toplanıp, hapishânelere tıkılıp çok kötü şartlar altında ölünceye kadar tutulurdu.(5), “ruhlarına şeytanlar hâkim olmuş, ondan böyle davranıyorlar” diyerek şeytanları çıkarmak için bazen diri diri yakıldıkları veya gömüldükleri, hattâ rahimlerine kızartılmış demirlerin sokulduğu(6) bilinen gerçeklerdendir.
Osmanlı Doktorları:
Fâtih Sultan Mehmed’in kurduğu vakıflardan birinin vakfiyesindeki şu ibareler ne kadar dikkat çekici. Her halde günümüzde sosyal devlet denen şey bu olsa gerek. Bugün dünyayı sömüren zengin Batılı devletler bile bu statüye geldiler mi bilmem:
“Bu gayri menkûlâtımdan elde olunacak nemâlarla (gelirlerle) İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürüklerinin üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı nasp eyledim. Bunlar âyin belli günlerinde İstanbul’a çıkalar. Bilâ istisna (ayırım yapmadan-müslim, gayr-i müslim) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise şifâsı, şifayâb edeler (şifaya kavuşturalar). Değilse kendisinden hiçbir karşılık beklemeksizin, Dârül Acezeye kaldırarak orada salâh bulduralar (iyileştireler). Maazallah her hangi bir gıda maddesi buhranı vâki olabilir. Böyle bir hâl karşısında bırakmış olduğum yüz silâh, ehl-i erbaba (avcılara) verile. Bunlar ki, hayvanları yumurta veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlarda (ormanlarda) avlayalar ki, zinhar (kesinlikle) hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethaneler de şehitlerin âileleri ve Medîne-i İstanbul (İstanbul şehri) fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip yemekleri havanın loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içinde evlerine kadar götürüle...”(7) Yine Fâtih’in; hastanelerinden bıldırcın etinin eksik olmaması ile ilgili fermanları vardır.
Dikkat edersek hasta doktorun ayağına gelmiyor, doktor hastanın hanesine ve ayağına gidiyor. Osmanlı örfünde balkonlara konan çiçeklerin ifâde ettiği mânâlar olur, sarı çiçek o evde hasta olduğunu, kırmızı çiçekler gelinlik kızlar olduğunu ifâde eder, komşular veya görevliler hemen anlar ilgili yerlere bildirir, gereken ne ise hemen yapılırmış. Şimdiki mânâda şehirlerde şu şebeke sistemi olmadığı için, önceleri saka, sonraları sebilci denen vakıflardan ücretli kişiler, mahallelerdeki hasta ve ihtiyarların içme kullanma sularını ayaklarına getirirlermiş.(8) Bu hususta hizmet veren birçok vakıflar kurulmuştur.
Dipnotlar:
1-İbrahim Refik, “Târihin Meçhul Tanıkları” Kaynak Yay. İst. 2008, s. 161.
2-Ahmed Refik, “Onuncu Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı”, a. g. e. s. 93.
3-Ahmed Şimşirgil, “Kayı-3”, KTB Yay. İst. 2013, s. 124.
4-Neyhan Ergene-Refik Soylu; Uluslar Arası Kuruluşunun 700. Yıl Dönümünde Bütün Yönleriyle Osmanlı Devleti Kongresi Konya 1999, s. 300.
5-İbrahim Refik, “Köklerden Göklere”, Albatros Yay. 2001, s. 180.
6-İlhan Bardakçı, “Târihten Bugüne”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2004, s. 310.
7-Osman Nûri Topbaş, “Vakıf-İnfak-Hizmet”, Erkam Yay. İst. 2002, s. 32.
8-Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 195
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.