Osmanlıda Tabâbet ve Hastaneler (2)
22 Kasım 2017, Çarşamba 07:17Osmanlı Doktorları:
Fâtih Sultan Mehmed’in kurduğu vakıflardan birinin vakfiyesindeki şu ibareler ne kadar dikkat çekici. Her halde günümüzde sosyal devlet denen şey bu olsa gerek. Bugün dünyayı sömüren zengin Batılı devletler bile bu statüye geldiler mi bilmem:
“Bu gayri menkûlâtımdan elde olunacak nemâlarla (gelirlerle) İstanbul’un her sokağına ikişer kişi tayin eyledim. Bunlar ki, ellerindeki bir kap içerisinde kireç tozu ve kömür külü olduğu halde, günün belli saatlerinde bu sokakları gezeler. Bu sokaklara tükürenlerin tükürüklerinin üzerine bu tozu dökeler ki, yevmiye 20 şer akçe alsınlar. Ayrıca 10 cerrah, 10 tabip ve 3 de yara sarıcı nasp eyledim. Bunlar âyin belli günlerinde İstanbul’a çıkalar. Bilâ istisna (ayırım yapmadan-müslim, gayr-i müslim) her kapıyı vuralar ve o evde hasta olup olmadığını soralar. Var ise şifâsı, şifayâb edeler (şifaya kavuşturalar). Değilse kendisinden hiçbir karşılık beklemeksizin, Dârül Acezeye kaldırarak orada salâh bulduralar (iyileştireler). Maazallah her hangi bir gıda maddesi buhranı vâki olabilir. Böyle bir hâl karşısında bırakmış olduğum yüz silâh, ehl-i erbaba (avcılara) verile. Bunlar ki, hayvanları yumurta veya yavruda olmadığı sıralarda balkanlarda (ormanlarda) avlayalar ki, zinhar (kesinlikle) hastalarımızı gıdasız bırakmayalar. Ayrıca külliyemde bina ve inşa eylediğim imarethaneler de şehitlerin âileleri ve Medîne-i İstanbul (İstanbul şehri) fukarası yemek yiyeler. Ancak yemek yemeye veya almaya bizâtihi kendileri gelmeyip yemekleri havanın loş bir karanlığında ve kimse görmeden kapalı kaplar içinde evlerine kadar götürüle...”(1) Yine Fâtih’in; hastanelerinden bıldırcın etinin eksik olmaması ile ilgili fermanları vardır.
Dikkat edersek hasta doktorun ayağına gelmiyor, doktor hastanın hanesine ve ayağına gidiyor. Osmanlı örfünde balkonlara konan çiçeklerin ifâde ettiği mânâlar olur, sarı çiçek o evde hasta olduğunu, kırmızı çiçekler gelinlik kızlar olduğunu ifâde eder, komşular veya görevliler hemen anlar ilgili yerlere bildirir, gereken ne ise hemen yapılırmış. Şimdiki mânâda şehirlerde şu şebeke sistemi olmadığı için, önceleri saka, sonraları sebilci denen vakıflardan ücretli kişiler, mahallelerdeki hasta ve ihtiyarların içme kullanma sularını ayaklarına getirirlermiş.(2) Bu hususta hizmet veren birçok vakıflar kurulmuştur.
Dünyada bugün bile her halde bir numunesi yok. Ayrıca insan onur ve izzetine ne kadar önem verildiği dikkat çekiyor ve vakıfların evlere götürdükleri yardımları, havanın karardığı bir zamanda vermeleri vasiyet ediliyor ki, o insanın iane aldığı anlaşılmasın, onuru zedelenmesin.
Osmanlı doktorları hastalarından ücret istemezmiş. Bu sebeple fakirler ücret vermez, orta halliler ne uygun görürlerse onu verirler ama zenginler fakirlerin vermeleri gerekenleri de fazlasıyla verdikleri için, doktorların gelir problemleri böylece kendiliğinden çözülürmüş. Osmanlıda böyle bir sosyal ahlâk oluşmuş. Sadaka taşlarını târihe mal eden bir millet, bunu da bu şekilde dünyada başka bir misli görülmemek üzere çözmüş.(3)
Osmanlı tababet ve sağlık bilgilerini Selçuklulardan tevarüs edip, geliştirmiş ve zamanlarının zirvesine taşımışlardır. Selçuklular da sağlık hususunda muasırlarının en iyileri idiler. Onların Darüşşifalarında çağını aşan uygulamalar yapılmıştır. Bunu bugün bütün dünya kabul etmekte ve bu sebeple Kayseri Gevher Nesibe vakfı ve Darüşşifasının çağını aşan faaliyetlerinden dolayı NASA Venüs Haritasında bir bölgeye Gevher Nesibe ismini vermiştir.(4)
Bu hastane Selçuklu Hükümdarı Kılıç Aslan’ın oğlu l. Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatı zamanında kız kardeşi Gevher Nesibe Sultan tarafından yaptırılmıştır.(5) Bu Selçuklu Prensesi öldükten sonra naşının yaptırdığı bu hastanenin içine konmasını vasiyet etmiş ve sebebini de şöyle açıklamış: “Ben hastalarımın arasında yatayım, ben orada yattıkça hekimler hastalara daha şefkatli davranırlar.”(6)
Osmanlının o dönemdeki tıbbî üstünlüğüne bir delil de şudur ki; 1717-18 yıllarında İstanbul'da İngiliz Elçiliği yapan Edvard Wortley Montagu'nun eşi Lady Mari Montagu'nun 1 Nisan 1717 Edirne'den memleketine yazdığı mektupta "Bizde pek çok yaygın ve zâlimane olan çiçek hastalığını burada keşfettikleri bir aşı ile önlüyorlar. Birçok kadının sanatı sırf bu ameliyatı yapmak..." diye yazarak bu aşının Avrupalılar tarafından değil, (bunu kendi aydınlarımız bile kabul etmeseler de) ecdâdımız tarafından bulunduğunu itiraf ediyor.(7)
Dinî ilimler yanında, tıp ilmi de tahsil edip, tedavilerde bulunan, Psikiyatri hususunda uzman olan, hattâ mikrobu bilen ve çiçek aşısını keşfeden Fâtih’in hayran olduğu hocası, İstanbul’un mânevî Fâtihi Akşemseddin hazretleridir.
Dipnotlar:
1-Osman Nûri Topbaş, “Vakıf-İnfak-Hizmet”, Erkam Yay. İst. 2002, s. 32.
2-Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 195.
3-İsmail Hâmi Dânişmend,“Târihi Hakikatler”,Tercüman Gazetesi Yay.1979, c. 2, s. 548.
4-İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-4”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 46.
5-A. Ragıp Akyavaş, “Üstad-ı Hayat-2”, TDV Yay, Ankara 2005, c, 2, s. 184.
6-A. Ragıp Akyavaş, “Derken Efendim-1” TDV Yay. Ankara 2007, c. 1, s. 107.
7-Lady Montagu, “Türkiye Mektupları”, Tercüman 1001 Temel Eser. s. 66.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.