Osmanlı’da Vakıf ve Çeşitleri (1)
07 Aralık 2018, Cuma 08:22Mouradgea D’Ohsson’un şu tespitleri dikkat çekicidir: “Osmanlı milletinin her tabakasında ana-baba ve akrabalar, çocuklarına örnek olup daha küçük yaşlardan i’tibâren onları hayır işlerine alıştırırlar. Hayır ve hasenat denilen ve insanın şahsiyetini yücelten bu faziletler sayesinde, kişide bencillik, cimrilik ve tamahkarlık gibi menfi duygular körelir.
Buna karşılık insanlara yardım hissi onların gönüllerinde yerleşir. Bu sayede artık bu nevi hayır işleri Müslümanlara hiç ağır gelmemekte ve onları bu sahada diğer milletlerden çok üstün bir seviyeye yükseltmektedir.”(1)
Bugün Batı toplumunda olduğu gibi Osmanlıda gelecek korkusu yoktu. Evlatların ebeveyne bakmaları zorunlu ve töre gereği idi. Zarurete düşenlerin elinden de devlet tutuyordu. Bu sebeple “biriktireyim, toplayayım, yığayım sonunuzun ne olacağı belli olmaz” korkusu olmayınca, imkânı olan vakıflara yatırım yapıyordu. Dinî inançları lüks ve israfa da müsâade etmiyordu. Dolayısıyla bol bol vakıf kurulmuştur.
Cemil Meriç merhuma göre: Osmanlıda zenginlik kriteri vakıf kurmak veya bir vakfı olmaktır. Çünkü Medeniyetin tek ölçüsü vardır, insana verdiği değer. Osmanlıda daha doğrusu İslâm’da insan çok değerli ve çok kıymetli olduğu için, “halka hizmeti Hak’ka hizmet” telâkki etmişler ve onun hizmetine bol bol vakıflar sunmuşlardır.
Batılı seyyahları hayretler içinde bırakan, hattâ bazılarında, akıl ve havsalaları böyle şeyleri idrak ve ihata edemedikleri için, Osmanlıya “deli veya kaçık” damgası vurduracak kadar vakıf hususunda ileri gitmişler(2) ve insana garip gelecek konularda bile vakıflar kurmuşlardır. Bunlardan bazıları:
1- Câmi, mescit, tekke, zaviye, türbe…
“Mescitleri ancak Allah’a ve ahiret gününe iman edenler imar eder (ve yaptırırlar)”(3) âyetine ve “Kim Allah için bir mescit yaptırırsa, Allah’ta onun için cennette bir ev bina ettirir”(4) hadisine ve benzerlerine inanan müminler, bu mübârek ve mukaddes yerleri ve müştemilâtını (yan kuruluşlarını) yaptırıp, en güzel örneklerini insanların hizmetine sunmuşlardır.
Meselâ: Sultan 4. Mehmed’in annesi Hatice Sultanın İstanbul’da Yeni Câmiyi ve yanında büyük bir vakıf yaptırarak vakfiyesine şöyle yazdırmıştır: “Ramazanlarda teravih namazından sonra câminin üç kapısında Atina balından yapılmış şerbet dağıtılsın. Eğer ramazan yaza rastlarsa şerbete kar konsun. Her sene şerbet için 3000 okka Atina balı alınsın...”(5)
2- İmaret, han hamam, kervansaray. ..
İmaret fakirlere yiyecek içecek dağıtan aşevi demektir. İmaretler Osmanlının kuruluş günlerinden i’tibâren devreye sokulmuştur. Orhan Gazinin en büyük zevklerinden biri; “Yaptırdığı câmilerin kandillerini kendi elleriyle yakmak ve imaretlerinde pişirttiği yemekleri fakirlere kendi elleriyle dağıtmak” imiş.(6) Uryanî-zâde Ahmed Esat Efendi: “Osmanoğulları hânedanının mutfaklarından duman çıktıkça, imaret ocakları sönmez” diyerek bu hânedanın vakıflara ne kadar önem verdiğini dile getirmiştir.(7)
Selçuklu ve Osmanlılar ana yol güzergâhlarına yolcular ve hayvanları için, o günün sosyal tesisleri olan hanlar, hamamlar ve kervansaraylar yaptırmışlar, gelirleri buralara harcanan vakıflar tesis etmişlerdir. Bu sayede Müslim-gayri Müslim yolcular üç gün(8) ücretsiz bu tesislerden faydalanır, mal ve canları muhâfaza edilir, han ve kervansaray içinde mallarına bir zarar gelirse, devletten sigortalı kabul edildiği için tazmin edilirdi. (9) Batılı seyyah J. B. Tavarnire, İpek Yolu güzergâhında olan Halep’de 1638 de 40 kervansaray, 50 halk hamamı ve daha birçok sosyal tesisin olduğunu yazmaktadır.(10)
3-Eğitim Kurumları: Medrese, daru’l hadis, daru’l huffaz...
Bu ve benzeri müesseseler, masrafları vakıflar tarafından karşılanan yatılı fakülteler durumunda idi. Bu kuruluşların ihtiyaçlarını karşılamak için çok değişik adlar altında vakıflar kurulmuş ve hizmet vermişlerdir. Özellikle Osmanlı’da vakıflar o kadar detaylı ve çeşitli idi ki; talebelerin mürekkep ihtiyacını karşılamak veya câmi kubbelerindeki yosunları temizlemek için bile vakıflar kurulmuştur. (11)
Dipnotlar:
1-Osman Nûri Topbaş, “Vakıf İnfak Hizmet”, Erkam Yay. İstanbul 2002, s. 39.
2-Guer (1746) isimli bir seyyah hayvanlara bu derece merhametli oldukları için Osmanlıları “kaçık”lıkla itham etmiştir. Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 11, s. 262.
3-Tövbe Sûresi, 18.
4-İbrahim Canan, “Hadis Ansiklopedisi”, c. 16. s. 603.
5-İbrahim Refik, “Bunları Biliyor muyuz?”, Zaman Gazetesi, 07. 01. 1993.
6-Bostanzâde Yahya Efendi, Hazırlayan Necdet Sakaoğlu, İst. 1978, Milliyet Yay. s. 31.
7-Ali Rıza-Mehmed Gâlip, a. g. e. s. 61.
8-Bu karşılıksız hizmet ve yardımlar, İnsanları tembelliğe alıştırmasın diye üç gün ile sınırlı tutulurmuş.
9-İlhan Bardakçı, “Biz Bizi Unuttuk”, Târih ve Medeniyet dergisi, Mart 1994, sayı: 1, s. 69.
10-17 Asır Ortalarında Türkiye Üzerinden İran’a Seyahat, J. B. Tavarnire, Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 19980, s. 85.
11-Uğur Derman, “Eski Mürekkepçiliğimiz”, İslâm Düşüncesi Mecmuası Haziran 1967, sayı, 2.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.