Osmanlı’da Vakıf ve Çeşitleri (3)
10 Aralık 2018, Pazartesi 08:295-Sadaka Taşları diye dünyada yalnız Osmanlıda görülen bir ahlâk-ı hamide örneği de vardır. Kavşak noktalara özel yapılmış çukur bir taş konur, câmiye, işe, gezmeye... Giden zenginler oraya para atarlar, ihtiyaçları olan fakirler de ihtiyaçları kadar parayı oradan alırlar, Rum ve Ermenilerin gece çalmamaları için, artan parayı bir görevli akşam toplar, ertesi sabah tekrar yerine koyarmış, bunu bile idâre eden vakıflar kurulmuş.(1) Bu usulü bir benzerini bugün ABD ve Avrupa’da kiliseler uygulamaktadır.
Şöyle ki; İnsanlar giydikleri ama hâlâ giyilebilecek elbise ve eşyalarını kiliselere teslim etmekte, onlarda yıkayıp, ütüleyip, tamir ettirip bunları misyonerlere teslim ediyorlar, onlarda fakir milletlere teslim edip, kendi dinlerinin propagandasını yapıyorlar, insanları kandırıyorlar. Bizim dedelerimiz ise; insanların gönlü ve kalbi incinmesin diye kullanılmış eşya değil, cedid eşya yani yenilerini vermişlerdir. Dolayısıyla Osmanlıda hırsız ve dilenci yok denecek kadar azdır.
De la Montraye bu hususta şöyle der: “Kırım dahil Türkiye’nin her tarafı öylesine hayır ve şefkat müesseseleri ile doludur ki, dilencilik âdeta yoktur. Borcundan dolayı hapse atılmış bir adam olduğunu işiten bir zengin, hemen o adamın borcunu ödeyip hapisten çıkarır. Yangın felâketine uğrayanın evi, civarın zenginleri tarafından yeniden yapılır, eskisi gibi döşenir ve felâket sâhibine hediye edilir. Hastalar, muhtaçlar için büyük vakıflar, onlar yetişmezse dâima hayır sahipleri vardır. Türklerle beraber yaşayan diğer kavimler de, onları taklide çalıştıkları için, bütün Türkiye’de hemen hiçbir dilenciye tesadüf edilmez.”
Kont Marsigli ise müşahedelerini şöyle kaydeder: “Yazın İstanbul’dan Sofya’ya giderken, anayol üzerinde, dağ başlarından inmiş çobanların yolculara ayran ikram ettiklerini, kimisinin pek az para aldığını, kimisinin hiç para kabul etmeyip hayır olarak dağıttığını gördüm... Türkler, hiçbir din farkı gözetmeksizin bütün yabancılara karşı son derece misâfirperverdirler. Şehirlerarası yollar üzerinde bulunan köylerde hali vakti yerinde olanlar, öğleden evvel ve akşamüstü gezintiye çıkar, yolcu bulmaya, onları evlerine davet ederek ağırlamaya çalışırlar. Hattâ misâfirin hangi eve ineceğini tayin ederken münakaşa ettiklerini bile gördüm.”(2)
7-Zimem Defterleri; Osmanlıda zenginler bakkallara, esnafa varır ismini cismini vermeden, kimseye duyurmadan, “Zimmet defterin var mı? Yani senden alışveriş yapıp da gerçekten borcunu ödeyemeyen kimseler var mı?” diye sorar ve bu durumda olanların borcunu öderlermiş.(3)
8-Su Hayırları: Rızay-ı Bâri’yi gözetme, sünnete ittiba (uyma), yaratılanlara karşı iyilik duygusu, insana yatırım ve onuruna saygı hususunda şanlı ecdâdımızın geldiği seviyeyi görüp de, hayran olmamak mümkün değildir.
Osmanlıda su hayrına çok önem verilmiştir. Bunun sebebi; Tabiin âlimlerinden bazılarının günahı çok olan kişilere mağfiret olabilmeleri için su hayratını çok yapmalarını tavsiye etmeleri olmuştur. (4)
Su bendi, suyolu, su kemeri, su terazisi, su deposu, sarnıç, kuyu, çeşme, şadırvan, havuz, sebil, selsebil, hamam, helâ, çamaşırhane, buzhane, değirmen... Bunlarla ilgili vakıflar kurulmuş, bunların vakfiyelerinin birçoğunda vakıfların sularının yaz aylarında kar depolarından, buz fabrikalarından getirilen kar ve buzlarla soğutularak dağıtılması istenmiş, hattâ hapishânedeki mahpuslara bile pazartesi ve Perşembe akşamları kar dağıtılmasını şart koşan vakıflar kurulmuştur. (5)
Osmanlının yükselme döneminde vakıflar, özellikle suyla alakalı olan vakıflar o kadar çoğalmış ki, sâdece İstanbul’da 1553 vakıf isminin devletin resmi defterlerinde kayıtlı olduğu görülmüştür.(6) Halkın vakıflara iltifat ve i’tibârı o dereceye varmış ki, 18. Yüzyılda vakıf gelirleri millî gelirin &,8 tekabül etmiştir. Kanûnî döneminde vakıf işleriyle, özellikle su vakıflarıyla uğraşacak, onların işlerini tedvir edecek hususi bir “Su Nezareti” kurulmuştur.(7) Bu Bakanlık 1826 yılına kadar devam etmiş, bu târihte kurulan Evkaf Nezareti bünyesine dâhil edilmiştir.
Bazı Avrupalı ilim adamlarının tespitlerine göre; vakıflar bu derce zengin, yaygın ve faal olup devlet içindeki sosyal ihtiyaçları karşılaması, her türlü hizmeti en güzel şekliyle sunması, devletin elini genişletmiş, ona yalnız dış işleriyle, cihat ve seferlerle uğraşmak ve başarılı olmak kalmıştır.
Dipnotlar:
1-Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı 22, s. 53; Târih ve Düşünce Dergisi Ocak 2001 s. 58.
2-De La Motraye’den naklen,Y. Öztuna,“Büyük Türkiye Târihi”,Ötken Yay.1977,c.11, s. 261.
3-İbrahim Refik, “Ramazan Medeniyeti”, albatros Yay. İst. 2000, s. 204.
4-İbni Hacer, c. 5, s. 42; Aynî, c. 12, s. 208.
5-Nazif Öztürk-Mevlüt Çam, Su Medeniyeti Sempoz.Büyükşehir Bel. 2009 Konya, s. 353, 369.
6-Osman Özsoy, Su Medeniyeti Sempozyumu KOSKİ Büyükşehir Bel. 2009 Konya, s. 214.
7-Osman Özsoy, a. g. e. s. 213.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.