Osmanlı?dan Adâlet Örnekleri
27 Ocak 2017, Cuma 07:29İstanbul’un fethinden sonra şöyle bir olay vuku bulmuştur: Fâtih’in Hıristiyanlara karşı olan müsâmaha ve hoşgörüsünden cesâret alan bir Piskoposlar gurubu, Ona müracaat ederek: “Müsâade ederseniz Hıristiyanların davalarına bakacak bir mahkeme kuralım” demişler, Fâtih de: “Müsâade ederim. Fakat benim memleketimi gezin, mahkemelerde celselere katılın, verilen kararları dinleyin, gayri Müslimlerle ilgili kararlarda bir haksızlık görür ve dönüşte yine ayrı bir mahkeme kurmak isterseniz kabul edeyim” demiş ve bir piskopos heyeti mahkemeleri gezmeye başlamıştır.
Üsküdar’da katıldıkları bir mahkemenin konusu at davasıdır. İki kişi at alış-verişi yaparlar ve bir günlük muhayyerlik konuşurlar. Yani bir gün içinde alıcı, isterse malı iade edebilecek. Atı alan kişi akşama doğru atın hasta olduğunu fark eder, iade etmek ister, ama satan kabul etmez. Kadıya müracaat eder, kadı bir cenazeye katıldığı için yerinde yoktur.
O gece de at ölür. Olayı dinleyen kadı: “Davacının gördüğü zarar benim yüzümden olmuştur. Dün ben yerimde bulunsam, mahkeme karar verir mal iade edilirdi ve alan kişi zarara uğramazdı. Dolayısıyla zararı ben tazmin edeceğim” demiş ve atın parasını vermiş.(1)
Bir başka şehre giderler ve Venedikli Hıristiyan bir tüccar ile Müslüman bir tüccarın davasını dinlerler. Müslüman tüccar Venedikli tüccardan kumaş istemiş. Venedikli de göndermiş ama kumaşları getiren gemi, Akdeniz’de batmış.
Venedikli parasını istiyor, Müslüman tüccar ise malın gelmediğini söylüyor. Kadı dinlemiş ve: “Venedikli malı göndermiş, elinden çıkmış, geminin batması onun kusuru değil, parası ödenecek” diye karar vermiş. Hayretler içinde kalan Venedikli tüccar: “Bizde başka dinden olan birinin lehine karar verecek mahkeme her halde zor bulunur” demiş.
Piskoposlar birkaç yer daha gezmişler, davaları dinlemişler, kararları müzakere etmişler ve her yerde Müslim-Gayri Müslim ayırımı yapmadan adâletin kılı kırk yararcasına uygulandığını, torpil, rüşvet ve kayırmanın olmadığını, İslâm diyârında adâletle ilgili âyet ve hadislerin hakkıyla uygulandığını, Türklerin bu başarılarının kaynağının da bu adâlet olduğunu görmüşler ve dönüşte Fâtih Sultan Mehmed’e taleplerinden vazgeçtiklerini bildirmişlerdir. Bu sebeplerden dolayı Batılı târihçiler Osmanlı Devletine “Derviş Devlet” demişlerdir.
Evliya Çelebi (1611-1682), Seyahatnâmesine kaydettiğine göre; Fâtih Sultan Mehmed, “Fâtih Câmii” planlarında izinsiz değiştirme ve uygulamalar yaptığı için, İspilanti isimli bir Rum ustanın elini, gazaba gelip fevri bir hareketle kestirir. Usta Osmanlı adâletini bildiği ve güvendiği için mahkemeye verir. İstanbul kadısı Hızır Bey (1407-1459),(2) Fâtih gibi bir cihan hükümdarının, “kısasa kısas” hükmünce, elinin kesilmesine karar verir.(3) Hattâ suçlular kabininde durmak istemeyen Fâtih’i kadı şu şekilde azarlamıştır:
“Beyim murâfaa- ı şer’iyyede bulunuyorsunuz; başköşede değil, sanık sandalyesinde oturmalısınız.”
Bursa kadısı Molla Gürânî (1410-1488), Allah Resûlünün övgüsüne mazhar olmuş büyük Fâtih Sultan Mehmed’in gönderdiği bir fermanı, kanunlara aykırı diye yırtıp, getiren çavuşun yüzüne fırlatıp atmıştır.(4) Zembilli Ali Efendi Yavuz gibi, hiddetli ve celâlli bir pâdişahın odasına girip; “Eğer kanunlara aykırı hareket edersen, ben de senin hâl edilmen (tahttan indirilmen) için fetva veririm.” diyebilmiştir.(5) Kanûnî yapacağı her işin şer-i şerife uygun olması için başta Ebussuud Efendi olmak üzere, fetva ehli kişilere danışır, istişare eder ve onlardan fetva alırdı.
Dipnotlar:
1-İbrahim Refik, “Başarı Haritası”, Albatros Yay. 7. Baskı, İst. 2004, s. 48.
2-Bu âlim zat; Nasrettin Hoca’nın beşinci kuşaktan torunudur. Fâtih bu zatı çok sevip takdir ettiği için, bugünkü Kadıköy denen semti dirlik olarak vermiş ve adı hâlâ devam etmektedir. Rakım Ziyaoğlu, İstanbul’un İlk Belediye Başkanı Hızır Bey Çelebi, İst. 1976, s. 29.
3-Evliya Çelebi seyahatnâmesi, Milli Kütüphâne Emiri koleksiyonu c. 1, s. 36.
4-Halbûki Osmanlıda teâmül, pâdişah fermanını yırtmak idamla cezalandırılırdı. İlim erbâbı ve adâletin tahakkuku için olması hasebiyle, Fâtih bu kadıya hiçbir şey yapmamıştır.
5-Aydın Taneri, “Türk Devlet Geleneği”,MEB Yay. İstanbul 1997 s. 245.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.