OSMANLILARIN CESÂRETLERİ VE MERTLİKLERİ(4)
08 Nisan 2017, Cumartesi 08:27Nâmık Kemal durumu ne güzel özetlemiş:
Yâd et ol günleri kim merci-i gayret biz idik
Mert idik, âdem idik, ruh-ı hamiyet biz idik
1750’li yıllarda Avusturya İmparatoru altıncı Karl ölmüş, erkek evladı da olmayınca tahta kızı çıkmış, bu dönemi fırsat bilen hudut devletlerinden bazıları Avusturya’ya saldırmış ve bazı topraklarını almışlar, Osmanlı sultanı l. Mahmud’a da haber gönderip onun da saldırmasını istemişler, fakat sultan “Düşene vurmak mertlik değildir, biz bir şey almak istersek kılıcımızın hakkıyla alırız, fırsatçılık yapmayız, tavsiye ederiz ki sizde böyle yapıp Avusturya’yı kaderiyle baş başa bırakın” demiştir.(1)
Osmanlının her idârecilerinin hem de halkının ne denli mert ve hamiyetperver oldukları konusuyla tam örtüşecek bir misal daha verelim:
1910’lu yıllar. Osmanlının en zayıf dönemi. Yabancı elçiler hattâ konsoloslar başımıza imparator olmuşlar, bizim için çok onur kırıcı olan birçok kanunsuz işi siyasî nüfuzlarını kullanıp yaptırıyorlar. Bunların en terbiyesizi de Rus elçisidir. Daha sonra Erzurum Vâlisi de olacak olan Tahsin Bey o gün için Beyoğlu kaymakamıdır.
Beyoğlu’ndan Büyükdere’ye telefon hattı çekilecek, direklerden birkaç tanesi de Rus sefaretinin önüne dikilmesi gerekiyor ama elçi buna bir türlü müsâade etmez, kıyâmeti koparır ve “Sadrâzam gelip özür dileyecek” diye tutturur. Bu kritik dönemde Rusları kızdırıp gücendirmeyelim diye devlet Tahsin Beyi özür dilemek üzere gönderir.
Elçi kabul etmez ve illâki Sadrâzam gelip özür dileyecek diye tutturur. Uzun bir tantana döneminden sonra ortalık yatışır ve yıl 1917’li yıllarda Rusya’da Komünist İhtilal olur, milyonlarca insan öldürülür, Çar dönemindeki bürokrat ve devlet adamları azledilir, çoğu idam edilir. Çoğu da canını kurtarmak için Rusya’dan kaçar. Bunlardan birçoğu da canını İstanbul’a zor atar, mülteci durumuna düşer ve sefâlet içinde yaşamaya başlar.
Tahsin Bey, İstanbul’da perîşân halde olan bu Rusların içinden iyi Fransızca bilen birini, oğluna öğretmen tutmak için gittiğinde birini gözü ısırır, anlaşırlar ve adamı tutar evine getirir, hiçbir şey demez, bu bizim o meşhur elçiden başkası değildir. Elçi de onu tanır ve “Vaktiyle sana yaptıklarımı niçin yüzümü vurmuyorsun” der. Tahsin Bey “Biz Osmanlılar düşene aslâ vurmayız, Osmanlı mertlik ve terbiyesi bunu gerektirir” der.(2)
Asker, Halk ve Devlet Adamlarının Mertliği:Hereke'nin fethi esnasında kumandan Gâzi Ali Bey, gözüne isabet eden oku asılıp gözü ile beraber çıkarınca, tereddüt edip şaşıran askerlerine "Bire yiğit karındaşlarım. Ne telaşlanırsınız. Bir başa bir göz çok bile. İki gözlü olup arkaya bakmaktansa, tek gözlü olup ileriye koşmak daha hayırlı" diyerek ileriye koşmuştur.(3)
General İan Hamilton (Çanakkale Savaşında düşman kuvvetlerin baş komutanı), “Gelibolu Günlüğü” isimli kitabında: “Türk askerinin cesâret, şecâat ve metanetini anlattıktan sonra; “onların aslâ para ve menfaat karşılığında satın alınamayacağını, Dünyada Türk askerinden başka bu derece din, vatan ve milleti için canını fedâ, kanını sebil edecek başka bir milletin olmadığını itiraf ettikten sonra başarıya ulaşabilmek için her fırsatta diz çöküp Tanrıya yalvardığını itiraf ediyor.”(4)
Çanakkale Savaşlarına katılan gözlemciler itiraf ediyorlar ki; Türklerin cesâret, şecâat ve metanetleri her türlü övgünün üstündedir.(5) Çanakkale’de Türk milletinin gösterdiği cesâret ve şecâati başka hiçbir Türk kökenli millet Özbek, Kırgız, Tatar... Vatanları Ruslar tarafından işgal edilirken gösterememiştir.(6) Haçlı âlemindeki bazı fanatik fikir ve düşünce adamları Türklerin cesâret ve şecâatini kabul etmişler ve “Türkler Hıristiyan olsalar dünyanın en asil milleti olurlar” demişlerdir.(7)
Dedelerimiz; “Ahir zaman yaklaşınca mert olan fert kalacak” derlermiş. Yani eşi, dostu, yardımcısı olmayacak, kaypak ve kalleşlerin hışmına uğrayacaklar derlermiş. Gerçekten bugün her halde o günler olsa gerek. Bakın bugün o şanlı ecdadın torunlarının dostu yok, tek başınayız. Şâir ne güzel söylemiş:
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil, mert belli değil!
Herkes yarasına derman arıyor
Deva belli değil, dert belli değil.
Dipnotlar:
1- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-4”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 45.
2- Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 328.
3- Tahsin Ünal, “Osmanlılarda Fazilet Mücâdelesi”, Nur Yay. İst. 1975 s. 21.
4- “Gelibolu Günlüğü” Hürriyet Yayınları 1972, s. 160, 201, 214.
5- Aubrey Herbert, a. g. e. s. 114.
6- Yavuz Bülent Bâkıler, “Türkistan Türkistan”, TDV Yay. Ankara 1997, s. 298.
7- Aydın Usta, “Çıkarların Gölgesinde Haçlı Seferleri”, Yeditepe Yay. İst. 2008, s. 51.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.