OSMANLILARIN DEVLET ONURU VE DEVLET ADAMI ANLAYIŞLARI(1)
08 Mayıs 2017, Pazartesi 07:54Devlet-i Ebed Müddet:
Kitabımızın “Türkler” bölümünde de izah edildiği üzere; Türklerde ve onun torunları olan Osmanlıda devlet kutsaldır. “Hunlardan i’tibâren hâkimiyetin İlahî kaynaklı olduğu kabul edilmekle beraber, hakanlara herhangi bir sûrette ulûhiyet atfedilmemiştir”(1) Tanrı tarafından Türk hakanlarına verilen görev, cihan hâkimiyetidir. Bu felsefe Orhun abidelerinde de dile getirilmektedir. Kızılelma bunun bir tezahürüdür. Bütün Türk devletlerinde aynı anlayış vardır. Bu sebeple Türk Devletlerinde güç sıralaması şöyledir:
1-Devlet
2-Devletin idâresi için mânevî kaynaklı kanunlar yani töreler
3-Han, hakan, sultan yani devletin idârecisi.
Onun için Türk atasözünde “töre konuşur, hakan susar” denmiştir. Türk idârecilerine güç ve kudret tezahür ettiren unvanlar, lakaplar verilmiş, ama hiçbir zaman onlara tanrı denmemiş, dünyada bazı milletlerde olduğu gibi onlara tanrı gözüyle bakılmamıştır.(2) Avrupa’da bile başta 14. Lui olmak üzere; “L’etat c’est moi-Devlet benim” diyenler çıktığı halde, Türklerde kendini hâşâ Tanrı zanneden olmamıştır. Hepsi kendinden üstün Tanrı ve Toy yani Kurultay gücünün olduğunu, din, divan ve şeyhülislâmın fetvasıyla bir anda alaşağı edilebileceklerinin (târihte birçok örnekleri olduğu gibi) idraki içinde olmuşlardır.
Târihte Hititler, Asurlar, Babiller, Fenikeliler gibi birçok millet ve devlet silinip gitmiş, Çin, Roma, Pers, Yunan, Mısır millet ve medeniyetlerinin temsilcileri de bir tek devlete râci olmuşlar, yukarıda devleti kutsal görme ve her şeye rağmen devleti ayakta tutma zihniyetinden dolayı Türkler aynı akıbete duçar olmamışlar ve bugün dünyada birçok Türk devleti vardır.
Türkler devlet kurarken “Etat Enternel: Devlet-i Ebed Müddet” ruhuyla kurmuşlar ve bunu yaşatmışlardır. Osmanlı son dönemlerine kadar yaptığı anlaşmaların giriş bölümüne mutlaka ebedî devlet mânâsına gelen “Etat Enternel” kelimesini Avrupa dillerinde yazılan anlaşmaların başına koydurmuş, Osmanlıca metinlerde de “Saltanat-ı Devlet-i Âliyye-i ebediyyü’l-devam: Ebediyyen devam edecek Osmanlı Devleti” cümlesini mutlaka yazdırmıştır.(3) Yazılmazsa o anlaşmaları kabul etmemiştir. 1798 yılında 3. Selim döneminde Rusya ile yapılan bir anlaşmada bile bu giriş kullanılır.(4)
“Bir Türk mütevâzı bir insan, iki Türk ordu, üç Türk devlet demektir.” diye darb-ı mesel olan bir söz vardır. Bu söz gerçeğin ta kendisidir. İslâm diyârlarının birçoğunu sömürgeleştirdikleri için Avrupa’ya Türkler varmadan milyonlarca Afrikalı ve Asyalı Müslüman varmış ve yıllarca köleler gibi çalışmışlar ne câmi, ne cemiyet ne dernek hiçbir sosyal aktivite ortaya koyamamışlar ama Türkler varır varmaz bunların hepsini gerçekleştirmişler, bugün minâresinden beş vakit ezan okunan câmiler, kahveler, marketler, düğün salonları, kendilerine mahsus özel mahelleler… her şey mevcut, vekilleri ve bakanları var, nerdeyse devletlerini kuracaklar.
Osmanlıda Devlet Ruhu VahdettirTürklerde devlete hizmet, kutsala hizmet telâkki edilmiş, her türlü suç affedilmiş ama devlete ihaânet yani devleti bölmeye veya ortadan kaldırmaya teşebbüs katiyen affedilmemiş, velev ki bu şehzâde ve kendi öz evlatları bile olsa. Yaptığı kanunlar ve uyguladığı adâletle târihe “Kanunî” lakabı ile nam ve şan veren, Batılıların Muhteşem Süleyman dedikleri kişi bile söz konusu devletin bölünmesi, küçülmesi, zayıflaması olunca öz evladı Şehzâde Mustafa’yı boğdurmuştur. Daha birçok örnekleri vardır. Nizâm-ı Âlem bahsinde detaylı anlatacağız.
Yine sırası gelince anlatacağımız üzere; Pargalı İbrahim Paşa, idam edilmeyeceğine dair yeminli garanti ve güvence verilerek getirilmesine ve her türlü yetki verilmesine rağmen, Osmanlının bu kırmızı çizgisini geçtiği için kendi idam fermanını imzalamıştır.
Dipnotlar:
1- N.Kösoğlu,Türk Dünyası Târih ve Medeniyeti Üzerine Düşünceler”,Ötük. Yay.Ank.1997,s.37.
2- Mustafa Daş, “Bizans’ın Düşüşü”, Yeditepe Yay. İst. 2006, s. 13.
3- İlhan Bardakçı, “Tuğraların Ağıtı”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2004, s. 33
4- İlhan Bardakçı, “Tuğraların Ağıtı”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2004, s. 33.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.