OSMANLILARIN DOĞRU VE DOĞRU SÖZLÜ OLDUKLARI(1)
10 Temmuz 2017, Pazartesi 07:54Allah ve Resül’ü insanların doğru özlü ve doğru sözlü olmasını istedikleri için Osmanlı, bu güzel hasletleri kendilerine şiar edinmişlerdir. Onlara yön veren insanlarda bu hususlar üzerinde hassasiyetle durmuşlar, mayalarını Allah ve Resûlü’nün emirleri ile yoğurup, devletin temellerini bu kutsal mefhumlar üzerine bina etmişlerdir.
Yalanın dinimizde ve örfümüzde hiç yeri ve yurdu yoktur. Allah ve Resûlü’nün: “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin”(1), “doğrularla beraber olun"(2) “Aleyhine bile olsa doğruyu söyle”(3) gibi birçok emir ve tavsiyeleri vardır. Yine Hz. Peygamber yalan söylemeyi münâfıklık alâmeti olarak bildirmiştir. (4) Bunun için Şeyh Edebali, Osmanlının kurucusuna nasihat ederken “sakın doğruluktan ayrılmayın” demiştir.
Dostu, düşmanı Osmanlının doğruluk timsâli olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Viyana bozgunundan sonra birinci derecede Kırım Hanı Giray Hanı, ikinci derecede de pâdişahın eniştesi İbrahim Paşa’yı sorumlu tutmuş. Osmanlıda serdârlar sefere pâdişah yetkisiyle çıkar ve suçluları istedikleri gibi cezalandırabilirlerdi. Merzifonlu, İbrahim Paşa için idam kararı vermiş ve karar uygulanmak üzere iken İbrahim Paşa etrafındaki insanlara şöyle diyor: “Pâdişahımız efendimize selâm söyleyin, her ne kadar Merzifonlu beni haksız yere idam ettiriyorsa da, Pâdişahımız onu idam ettirmesin. Çünkü dağılmış orduyu toplayacak ve devleti kurtaracak olan yine bu adamdır.”(5)
Pier Loti şöyle der: “Türkler Garb’ın muhtaç olduğu müttefikidirler. Ağırbaşlılığı, doğruluğu, cesâreti, kahramanlığı, asâleti seven Türkleri de sever”
Osmanlı Sözü mü?Afrika’nın bazı bölgelerinde hâlâ insanlar söz ve vaatlerine sadık kalacaklarını teyit etmek için, yemin et demezler de; “Osmanlı sözümü?” derlermiş.(6) Yemende askerlik yapan ve “Yemende Türkler” isimli kitap yazan Zeki Ehiloğlu’da, ta Kanûnî döneminden kalma bir alışkanlıkla Yemenlilerin yemin yerine “ahd-i Süleyman mı?” diye söz aldıklarını yazar.(7)
Takumu TuçinaArnavutlar Osmanlılığı öyle benimsemişler ki, konuştukları, tartıştıkları kişileri ikna etmeleri gerektiğinde yemin olarak “Takumu Tuçina-Türklüğüm hakkı için” derlermiş.(8) Bazı yerlerde de “yalan söylüyorsam, Türk olmayayım” diye yemin ederlermiş.
Özellikle Osmanlının ilk dönemlerinde doğruluğun nasıl zirve yaptığına birçok misalden şu örneği vermemiz her halde yeterli olur: Devletin kurucusu Osman Bey’in Alaeddin ve Orhan isimli iki oğlu vardır. Büyük oğlan Alaeddin, Bey olmak kendi hakkı olduğu halde, gönül rızası ile beyliği küçük kardeşi Orhan’a veriyor. Orhan’da abisini kendisine yardımcı yani Sadrâzam yapıyor. İşte bu Alaeddin Paşa ve arkadaşları bir av esnasında çok şiddetli bir fırtınaya yakalanıyor ve bir köye sığınmak mecburiyetinde kalıyorlar.
Muhtar odasına vardıklarında ileri gelenlerin bir olayı görüşmek üzere toplanmışlar, bunlar varınca “tamam devletimizin büyükleri teşrif ettiler, olayı onlara çözdürelim” diye bunlara havale ediveriyorlar. Olay şudur: Köylünün biri başka birinden bir tarla satın alıyor, sürerken bir çömlek altın buluyor. Tarla satın aldığı komşusuna getirip; “ben senden tarla satın aldım, içinin definesini değil, bu altınlar senin” diyor. Öteki; “ben tarlamın içinde böyle bir define olduğunu bilsem ya satmaz veya çıkarır öyle satardım. Ben sattıktan sonra bulunduğuna göre bu hak benim değil, senindir” diyor ve anlaşamadıkları için olayı muhtar heyetine getiriyorlar. Olaya vakıf olunca Alaeddin Paşa’nın gözleri yaşarır ve ellerini kaldırır; “böyle doğru, ihlaslı, samimi ve birbirini seven bir milletin başına idâreci yaptığı için” Allah’a şükürler eder ve oradakilere; “sizlerin evlatları falan yok mu?” diye sorar. Onlar olayın kahramanı olan köylülerden birinin evlilik çağında kızı, birinin de oğlu olduğunu öğrenince; “peki bu gençlerin onayını alabilirsek bunları birbiri ile evlendirsek, bu altınları da onlara çeyiz yapsak olmaz mı?” der, gençlere sorulur, okeylenince mesele bu şekilde halledilir.(9) Şimdiki ahlâk felsefemize göre olay biraz hayal mahsulü, efsane gibi gelebilir ama bu gerçeğin ta kendisidir, eğer onlar böyle olmasa Allah onları 6 asır dünyanın efendisi yapmazdı!..
Dipnotlar:
1- Ahzâb Sûresi, 70.
2- Tövbe Sûresi, 119.
3- İbrahim Canan, “Hadis Ansiklopedisi”, c. 16, s. 252.
4- “Tecrîd-i Sarih Tercemesi”, c. 7, s. 394.
5- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 6, s. 41.
6- İbrahim Refik, “Târih Şuuruna Doğru-4”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 209.
7- Zeki Ehiloğlu, “Yemende Türkler”, Kitâbevi Yay. İst. 2001, s. 46.
8- Sâmiha Ayverdi, “Ebabil Kuşları”, Kubbealtı Yay. İst. 2010, s. 182.
9- Mustafa Armağan, “Geri Gel Ey Osmanlı”, Ufuk Kitap, Ekim 2007, İst. s. 198.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.