OSMANLILARIN KUL (İNSAN) HAKLARINA SAYGILARI(2)
20 Mart 2018, Salı 07:15Kul Hakları, Allah Hakkından Önce Gelir:
Hanefi fıkhında kul hakkı Allah hakkından önce gelir. Hattâ büyük zatlardan birine sormuşlar; “Cenâb-ı Allah Kâbe’nin içini putlarla doldurup, envai çeşit basitlikler yaparak, kendi yaptıklarına insanların tapmasını isteyen Mekke müşriklerinin değil de, Ebrehe ordusunun başına niye ebâbil kuşları ile taş yağdırdı?” Cevap: “Mekkelilerin yaptıkları hukukullaha müteallik bir mesele. Ama Ebrehe onların sürülerine, develerine el koymak kesip askerlerine yedirmek sûretiyle kul hukukuna tecavüz etti ve gazab-ı İlahiye uğradı” olmuştur.(1)
Hak ve hukuk hususunda İslâm Müslim-gayri Müslim farkı da gözetmemiştir. Müslüman olmasalar bile cizyesini veren her insan aynı hak ve adâletten faydalanmıştır. İslâm târihinde bu hususta hassasiyet gösteren ve adâletten ayrılmayan devletler uzun müddet hayatiyetlerini devam ettirmişlerdir. Aksine hareket edenler de kısa zamanda târih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Bu hususa en güzel misal şanlı ecdâdımız Osmanlıdır. Hele bidâyette kul hakkına son derece saygılı ve âdil oldukları için, Allah onları 600 sene dünyaya hükümran kılmıştır.
Osmanlıda İnsan Hakları:
Bir Rum ustanın hakkı için koskoca Fâtih’in elinin kesilmesine karar verilmiş(2), “on Müslüman birleşip haksız yere bir zımmî’yi (vergisini veren bir gayri müslimi) öldürse ne lâzım gelir” fetvasına Şeyhülislâm; “Hepsine kısas gerekir”(yani hepsinin öldürülmesi gerekir)” hükmünü verebilmiş(3), birkaç defa i’kaz edildiği halde atına sahip olmayıp, gayri Müslimlerin ekinlerini yediren sipahiye idam cezası verilmiş,(4) savaşa giden ordu mecbur kalır da gayri Müslimlerin bağ ve bahçelerinden bir şeyler yerse, fazlasıyla kıymeti ağaç dallarına asılmıştir.(5) Bunlar târihî realitelerdir.
Ecdâdımız: “Hak yenir ama hazmedilmez” felsefesiyle hareket etmiş, hele hele devlet malını yani öksüz ve yetim hakkına tecavüzü son derece kerih görerek: “Miri mal yiyen, zehr-i mar yer” yani “Devlet malı yiyen yılan zehiri yemiş gibidir” sözü onlar arasında darb-ı mesel olmuştur.
Kanûnî Sultan Süleyman, Süleymaniye Câmiinin açılış töreninde; "Bu câminin yapımında benden buğday tanesi kadar alacağı, hakkı olan varsa gelsin alsın, Allah’ın huzuruna kul hakkı ile varmayayım" demiştir.(6)
Fâtih’in Bosna’yı fethettiğinde yayınladığı hak ve özgürlükler numunesi fermana,(7) Kıbrıs fethedildiğinde yine pâdişahın gönderdiği af, müsâmaha ve hoşgörü fermanına(8), Mora’lılara ve Galata da ticâret yapan Venedik ve yabancılara verdiği fermanlara(9) bakıldığında insan hakları hususunda ecdâdımızın nasıl zirveyi zorladıkları ve muasırlarına göre inanılmayacak bir tutum ve davranış içinde olduklarını hayranlıkla değerlendirmemek mümkün değil.
1992 Yılında Bosna Hersek'le ilgili bir toplantıya katılan Dışişleri Bakanımız Hikmet Çetin'e ABD Dışişleri Bakanı; "Siz bu felâket yerde 500 yıl nasıl kaldınız?" diye sormuştur.(10) Gerçekten birçok etnik grubun yaşadığı ve çok hareketli bir bölge olan, fitne fücur yuvası Balkanlarda biz 500 sene kaldık, Avrupalılar veya Ruslar 70 sene kalabildiler.
Osmanlı bu 500 senede kimsenin kutsallarına dokunmamış, hak ve adâlet üzere icra edilen bir sistemde bu birliktelik mümkün olmuştur. Târihçi ve devlet adamı Ubicini Türkiye 1850 isimli kitabında Osmanlıyı Lâv’a benzetir. Çünkü volkanik lâvlar altına aldığı şeyleri asırlarca aynen muhâfaza eder. Dedelerimiz de 500 sene Balkan milletlerinin dinlerini, dillerini, örf, âdet ve geleneklerini muhâfaza altına almış, hiçbir asimile cihetine gitmemiş ve 500 sene sonra Osmanlı çekilince Balkan milletleri her şeyleri ile ortaya çıkıvermişlerdir.(11)
Târihçiler; “hiç kimsenin hesap soramadığı o Osmanlının en güçlü dönemlerinde, Balkan milletlerini koskoca Memâlik-i Osmaniye tâbir edilen coğrafyaya yayıverse, dağıtıverse bugün Balkan milletleri diye bir şey ortada olmazdı” diyorlar.
Aynı dönemlerde Avrupalılar içlerindeki azınlıkları doğal köle kabul ediyor, onlara insan muâmelesi yapmıyor ve hayat hakkı tanımıyorlardı. Ortaçağda Avrupa Yahûdilerinin Hıristiyan olma, göç edip Hıristiyan diyârını terk etme veya ölüm seçeneklerinden başka çıkış yolu bırakmayıp, Yahûdilerin Osmanlı diyârına toplu göç etmelerine sebep olması söylenenlerin en bâriz delilidir.
Dipnotlar:
1- M. Ertuğrul Düzdağ, “Ali Ulvi Kurucu, “Hatıralar-3”, s. 139.
2- “Evliya Çelebi Seyahatnâmesi”, Milli Kütüphâne, Emiri Kollek. c. 1, s. 36.
3- İsmail Hâmi Dânişmend, “Târihi Hakikatler”, Tercüman Yayınları No:1. c. 2, s. 646.
4- Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 2, s. 249; c. 6, s. 182.
5- Celal Yıldırım, İslâm Türk Târihinin Altın Sayfaları, Hikmet Yay. İst. 1978, s. 408.
6- Celal Yıldırım, a. g. e. s. 409.
7- Altan Araslı, “Avrupada Türk İzleri”, Kültür Bak.Yay. Ankara, 2001, c. 1, s. 54.
8- Beynun Akyavaş, “Seni Seven Neylesün?”, TDV. Yay. Ankara 1995, s. 128.
9- Sâmiha Ayverdi, “Ebedî ve Mânevî Dünyası İçinde FATİH”, Kubbealtı Yay. İst. 2008, s.143.
10- İbrahim Refik, “Ulu Çınarın Gölgesinde”, Albatros Yay. İst. 2004, s. 173.
11- A. Ubicini, “Türkiye 1850”, Tercüman 1001 Temel Eser, Târihsiz. s. 39.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.