OSMANLILARIN LÂLE VE ÇİÇEK SEVGİLERİ (2)
19 Haziran 2018, Salı 07:35Günümüzde, lâle mevsiminde Konya’nın özellikle Alaeddin Tepesinin envai çeşit lâlelerle bezenmesi her halde onların ruhlarını mesrur etmektedir.
Osmanlılar; Selçukluların her türlü güzelliğini tevarüs ettikleri gibi, lâle sevgisi, ıslahı, yetiştirilmesi hususunu da kaldığı yerden alıp daha yükseklere daha yücelere taşımışlar ve lâleyi dünyaya tanıtmışlardır.
Islah edilmiş lâle yetiştirmek, çeşitlerini çoğaltmak, onu entelektüellerin çiçeği yapmak, bürokrasiye lâle sevgisini aşılamak, devlet erkânının vazgeçilmez zevki haline getirmek, Osmanlının zirve döneminin müstesna şahsiyeti Ebussuud Efendiye nasip olmuştur.(1)
Kanûnî’nin bu büyük Şeyhülislâmı, sıcaktan etkilenmemesi için lâlelerin üstüne beyaz tülbentler örttürecek kadar lâle hastası bir ilim adamıdır.
Osmanlıda Lâle ve Gül yetiştirmek İbâdetti
Osmanlı târihinin sulh, sükûn, aşk ve meşkle geçen 12 senelik bir dönemine “Lâle Devri” denmiştir. Binlerce çeşit lâle yetiştirilmiş, lâle pazarları oluşturulmuş, alıcı-satıcı o kadar rağbet etmiş ki, bir lâle soğanının yüzlerce altına satıldığı dönemler olmuş(2) ve lâle soğanlarının fiyatına Lâle Devri Sadrâzamı Damat İbrahim Paşa tarafından narh (sınırlama) konmuştur. Bu Paşanın çuhadarı Taşovalı Mustafa Ağa’nın yetiştirdiği “Mahbûb-ı zaman” adındaki lâlenin soğanı 1000 altına satılmıştır.(3)
Osmanlı sarayında çiçek, gül, lâle ve süs bitkilerine o kadar değer verilmiş, ciddiye alınmış ki, “Çiçekçibaşılık” diye bürokraside önemli bir makam oluşturulmuştur. Lâle ve çiçek sevgisi o raddelere varmış ve o kadar güzel bahçeler oluşturulmuş ki; Bir İngiliz yazar: “Keşke Şekspir “Romeo ve Jülyet” teki bahçe sahnelerini yazmadan İstanbul Boğazındaki bahçeleri görseydi” diye temennide bulunmuştur.(4)
Devlet-i Âliye’nin en zengin olduğu dönemlerde bile çiçeğin önem ve Osmanlı nezdindeki statüsüne şu misal de enteresandır. Kanûnî damadı ve Sadrâzamı Rüstem Paşa, sarayda yetiştirilen çiçeklerden dışarıya sattırıp, bütçeye kazanç temin ettirmiştir.(5)
En fakir dönemlerimiz Abdülhamid döneminde bile Sultan’ın her yıl 30 bin civârında çiçek saksısı aldırıp sarayda çiçek yetiştirildiği zikredilmektedir.(6) Binden fazla eseri bulunan ve Romanya başbakanlığı da yapan, dünyanın en büyük târihçilerinden Nicolae Jorga; “Osmanlıda çiçek ve gül sevmek, yetiştirmek bir nevi ibâdet idi.” diyor.(7)
Osmanlıda balkonlara konan çiçeklerin bile mânâ ve işaretleri vardır. Sarıçiçek o evde hasta olduğunu dile getirir. Tedavi etmek için sokak sokak dolaşıp hasta arayan tabiplere işarettir. Evi ziyaret edip hastayı muayene eder ve gereğin yaparlar. Seyyar satıcılar da o evlerin yakınına gelince bağırıp hastayı rahatsız etmezler.
Kırmızı çiçek varsa o evde gelinlik kızlar olduğuna delalet eder, kız arayanlara işarettir. Kasaplık yapan insanlar birkaç seneye bir mesleği bıraktırıp, güllerle çiçeklerle meşgul olan bahçıvanlık yaptırırlarmış ki, hayvanları kese kese, kan göre göre kalbi katılaşıp insanlıktan çıkmasın diye. Osmanlı medeniyetinin odağında insan vardı ve her şey insana hizmet için yapılıyordu.(8)
Saray bahçeleri için Halep’ten sümbül soğanları(9) ve diğer çiçeklerin fideleri, fidanları getirtilirmiş. Dedelerimizdeki çiçek aşkına ve sevdasına şu olayda çarpıcı bir misaldir: İkinci Viyana kuşatmasında bozgun yaşanıp Serdâr-ı Ekrem Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın başkomutanlık çadırı Avusturyalıların eline geçtiğinde her tarafının çiçeklerle, ağaçlarla, süs bitkileri ile dolu olması hasebiyle hayretler içinde kalmışlar ve Osmanlıyı arkadan vurup yenilmesini sağlayan Leh Kralı Sobiesky, Kraliçeye yazdığı zaferini müjdeleyen mektubunda: “bunun çadır değil botanik bahçesi olduğundan sitayişle bahsetmiştir.”(10)
Lâle bizimdir, bizdendir, ehlileşmiş bozkır çiçeğimizdir. Onu dünyaya biz tanıtmışız, onunla ilgili en güzel şiirleri, süslemeleri, motifleri, ebruları, desenleri, edebî sanatları biz yapmışız. Onunla ilgili yazılan kitaplardan en meşhurları şunlardır: Cerrahpaşa Câmii imamı Mehmed Efendi’nin “Netâyicu’l-Ezhâr”; Üçanbarlı Mehmed Efendi’nin “Lâlezâr-ı İbrahim”; Mehmed Remzi’nin “Defter-i Lâlezâr-ı İstanbul”; Şeyh Mehmed Lâlezârî ‘nin “Mîzânu’l-Ezhâr”; Ahmed Kâmil Belgradî’nin “Risâle-i Esâmi-i Lâle”; Ekrem Hakkı Ayverdi’nin yayınladığı “Lâle Mecmuası”(11)
Dipnotlar:
1- “Diyanet İslâm Ansiklopedisi”, c. 27, s. 80.
2- A. Ragıp Akyavaş, “Asitane-1” TDV Yay. Ankara 2004, s. 47.
3- A. Ragıp Akyavaş, “Asitane-1” TDV Yay. Ank. 2004, s. 47. 1625 li yıllarda Hollanda’da bir Lale soğanının fiyatı bir ev değerine çıkmış, 1718-1730 Lale Devrinde Osmanlıda da bir soğan 500 altına satılmıştır. Hollanda da 5500 çeşit Lale üretilebiliyor. TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi 2005, sayı 448, s. 93.
4- İbrahim Refik, “Köklerden Göklere”, Albatros Yay. 3. Bas. 2001, s. 151.
5- Şâirlerin Dilinden, “İskender Pala”, Kayı Yay. 2004, İst. s. 195.
6- Mustafa Armağan, “Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-1”, Timaş Yay. İst. 2009, s. 87.
7- Nicolae Jorga, a. g. e. s. 93.
8- Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 65, 195.
9- Ahmed Refik, “Onuncu Asr-ı Hicrî’de İstanbul Hayatı” a. g. e. s. 11.
10- Max Kemmerich, a.g.e.s.56;Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, c. 6, s. 37, 125.
11- Hasan Özönder, “Lâle’nin Şanında-2”, 29. 04. 2008, Merhaba Gazetesi.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.