OSMANLILARIN LÂLE VE ÇİÇEK SEVGİLERİ (4)
21 Haziran 2018, Perşembe 08:00Şâirlerimiz bu husustaki derûnî duygularını beyitlerinde şöyle dile getirmişlerdir:
Subh-dem dönse n’ola mihr-i cemâle lâle
Oldu mazhar aded-i ism-i celâle lâle
Refî-i Kalâyî
Sultan lll. Selim’in Tabiplerinden olan ve Lâle üzerine çok güzel bir kitabı bulanan ve 1350 çeşit Laleden bahsedilen Mehmed Aşkı Efendi de, bu duruma dikkat çekmiş ve bir şiirinde bu gerçeği şöyle terennüm etmiştir:
Mazhar-ı ism-i Celâl olmasa âyâ lâle
Bulamazdı bu kadar rütbe-i vâlâ lâle
İzzet Ali Paşanın beyti ise şöyledir:
Yokdur bu âb u tâb ne mihr u ne jâlede
Izhâr-ı kudret eylemiş Allah bu lâlede
“Şu laledeki parlaklık ve berraklık ne güneşte, ne de çiğ tanesinde vardır. Galiba Allah şu lâleyi yaratırken insanlara kudretini göstermeyi istemiştir.(lâle kelimesine bakanlar Allahı idrak edebilirler ve Allah isimin okuyabilirler”(1)
Lâle Allah’ı Gül de Peygamberi Hatırlatmış:
Kısacası gül bize Peygamberimizi, Lâle de Rabbimizi, ve şanlı bayrağımızdaki Hilâli hatırlatan, rengiyle, kokusuyla, görüntü ve güzelliğiyle, letâfet ve zarâfetiyle, naziklik ve saflığıyla bizlere ilham veren, Allah’ın kuvvetine, kudretine, azametine en büyük delil olan varlıklardır.
18. Asırda “Terbiye-i Riyâz u Ezhâr ve Tesmiye-i Hadâyik u Eşcâr” isimli, bugünkü park ve bahçeler müdürlüğünü andıran bir cemiyet bir akademi kurulmuştur. Bu cemiyetin başına da bir çiçek mütehassısı aynı zamanda Mesnevi Şârihi olan Sarı Abdullah Efendi getirilmiştir. Sultan 4. Mehmed devrinde de “Meclis-i Şükûfe” adı altında bir Çiçek Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. Avrupa çiçeğin ne olduğunu bilmediği dönemlerde ecdâdımız Enstitülerini, Akademilerini kurmuş, çiçek ve gül yetiştiren, yetiştirenlere yardım eden ve teknik-taktik bilgi veren vakıflar kurmuşlar,(2) bunun felsefesini yapmışlardır.
Bugün lâle deyince akla Hollanda gelir, her yıl 3 milyardan fazla lâle soğanı ve çiçeği üretip ihraç ederek büyük gelir elde etmektedir, ama Batı’ya lâleyi tanıtan bizim dedelerimizdir.(3)
1988 târihinde Hollanda’ya Ramazan görevlisi olarak varmış, rengârenk lâle tarlalarını görünce hayran kalmış, ama hiç kokusunun olmadığına şahit olunca hayret etmiştim. Hani Karacaoğlan der ya:
İndim seyreyledim Firengistan’ı
Elleri var bizim ele benzemez
Levin tutmuş goncaları açılmış
Gülleri var bizim güle benzemez
Halk ozanları halkın hislerini ve duygularını terennüm ederler, onların tercümanlığını yaparlar. Karacaoğlanımız da iki çiçeğe bu milletin ne kadar değer verdiğini yine şu dörtlüğüyle dile getirir:
Kaşların göz ile ediyor cengi
Şöyleşir yavrılar, koçyiğit dengi
Çiçekte, meyvada yoktur menendi
Lâleden kırmızı, gülden ziyade
Lâleyi Avrupa’ya götürüp tanıtan, 1554’lü yıllarda Kanûnî döneminde Asitane (İstanbul) de Avusturya elçiliği yapan Busbecq dir. (4)
Sarık biçiminde, sarığın tülbendi gibi ince ve zarif anlamında Avrupa’da Tülbent, Tulipa, Tulipan, “Tulipa Turcarum” isimlerle yani Türk Lâlesi adıyla yayılmıştır. Max Kemmerich lâlenin ilk olarak Augsburg’lu bir tüccarın evinde 1559 da görüldüğünü kitabında kaydeder. (5)
Memleketimizde bu kadar fakir-fukara varken 20 gün ömrü olan bir çiçeğe bu kadar yatırım yapmak, para dökmek israf değil mi? Sitemleri ile İstanbul ve Konya gibi şehirlerdeki lâlezarlar (lâle bahçeleri) için bazı tenkitler yapılmaktadır.
Her şeyin israfına ben de karşıyım ama; insanın karnının doyması kadar, gözü ve gönlünün de doyması, ruhen itminan bulması, lâhutî zevklere dalması da bir ihtiyaçtır. Aşırıya kaçmamak üzere bunların olması gerekir. Hem de turistlere karşı bu millî ve mübârek çiçeğin gerçek sâhibinin bizler olduğunu göstermemiz lâzımdır.
Viyana Şehir Müzesi Müdürü Henri Glück merhum Süheyl Ünver’e müzeyi gezdirirken o dönem Türk kumaşlarını gösterir. Süheyl Bey; “bunların Türk kumaşı olduğunu nerden biliyorsunuz?” deyince Müdür; “Karanfil ve lâle motiflerinden” cevabını verir.(6) Yani Türk Milleti lâle ile özdeşleşmiş, lâle bizim millî ve manevî çiçeğimiz olmuştur. Câmi, medrese, tekke, türbe, çeşme, han, hamam… Gibi birçok târihî eserde çini ve tezhiplerde lâle figürleri kullanılmıştır.
Dipnotlar:
1- İskender Pala, “Efsane Güzeller”, Kapı Yay. İst. 2004, s. 210.
2- İskender Pala, “Tavan Arası”, Kapı Yay. İst. 2008, s. 237.
3- Sandor Takats, a. g. e. s. 66.
4- Beynun Akyavaş, “Sultanîyegâh İstanbul”, T. D. V. Yayını, Ankara 2001, s. 120.
5- Max Kemmerich, a. g. e. s. 56.
6- Ahmed Güner Sayar, “A. Süheyl Ünver”, Ötüken Yay. İst. 2011, s. 216.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.