OSMANLILARIN PEYGAMBER SEVGİLERİ (3)
29 Eylül 2018, Cumartesi 08:31Çoğu insanımız Allah’ın adı anılınca “Celle Celâlüh, Celle Şânüh...” demez, ama Hz. Peygamberin ismi anılınca, Salâvat getirir. Tabi bu da hâşâ kasıtlı değildir. Geçmişlerinden ve cemiyetten öyle görülmüştür. Hâlbuki Allah’ın mübârek isimleri zikredilince de O’nun şanını ta’zim için yukarda verilen veya benzeri sözlerden birinin söylenmesi iyi olur:
7-Salavat getirme, Efendimizi hürmetle yad etme, O’na bağlılığımızı, bildirme bizim özümüze, mayamıza öyle nüfuz etmiş ki; Perşembe akşamları, ertesi günün Cuma günü olduğunu halkımıza bildirmek, Cuma günü namazın yaklaştığını müminlere haber vermek veya bir kardeşimizin vefat ettiğini halka duyurmak için yine “Salâ” dediğimiz ve Efendimizin sıfatlarından oluşan cümlelerle bildiririz. Yani her halükârda O’nunla irtibat halindeyiz. Bağlantımızı hiç koparmıyoruz. O’nun kapsam alanından dışarıya çıkamıyoruz.
Osmanlının güzel adetlerinden biri de; Büyük câmilerde ma’lum birkaç tane müezzin olur. Bu selatin câmilerin 2. müezzinini mutlaka âmâlardan seçerlermiş. Çünkü Peygamber Efendimizin Bilal-i Habeşî’den sonraki ikinci müezzini ma’lum âmâ olan Abdullah Ümmü Mektum idi. Sırf ona hürmet ve tazim olsun diye bu uygulamayı yaparlarmış.
Bir gün meşhur Osmanlı paşalarından Hekimoğlu Ali Paşa’ya bir zat gelip şöyle diyor: “Benim maddî sıkıntım var. Peygamberimizi rüyada gördüm, kendileri size salâm yolladılar ve sizden otuz altın istememi söylediler” der. Ali Paşa: “Peki ama bunun doğru olduğunu nerden bileceğiz?” deyince gelen zat şöyle der: “Paşa Hazretleri bendeniz de Efendimize sizin bana bunu soracağınızı söyledim O buyurdu ki; Ali paşa her Cuma gecesi Kur’an okur benim ve müminlerin ruhuna bağışlardı. Geçen Cuma ihmal etti, sen bunu hatırlat” buyurdu deyince Ali Paşa düşünüyor ve gerçekten geçen Cuma okumadığını hatırlayınca hayret ve dehşetle ürperiyor ve gelen kişiye tekrar soruyor; “Resülullah ne buyurdu?” Adam: “Sana otuz altın versin buyurdu” der. Paşa aynı soruyu birkaç defa tekrarlayınca; adamın canı sıkılır ve “Paşa hazretleri, fakirim diye benimle dalgamı geçiyorsun? Vereceksen ver, vermeyeceksen işte ben gidiyorum” der ve yürür. Paşa adamın arkasından koşar ve ona; “Be mübârek ben senin nasibinin çoğalması için uğraştım ama sabrın bu kadarmış. Sana üç defa sordum, her cevabını Allah Rasülünden bir emir telâkki ettim sana 90 altın vereceğim, eğer sabırlı olsan da on defa sorsam sende cevap verseydin 300 veya daha fazlasını kazanacaktın, ama nasibin bu kadarmış al 90 altınını” der.(1)
Osmanlı Sultanları, bürokratları ve halkı arasında Peygamber sevgisi öyle doruk noktalara ulaşmış ki; “Âlimler peygamberlerin varisleridir”(2) hadisine binaen, her birisi Peygamber vekili olan bir âlimin kültür potasında erimiş, mânâ deryasına dalmış, mâneviyat ummanına gark olmuş, onların önünde büyük bir hürmet ve tazimle diz çökmüşler ama onlardan aldıkları mânevî cesâret ve heybet neticesi dünyayı önlerinde dize getirmişlerdir.
Osman Gâzi: Şeyh Edebali’nin,
2’inci Murad: Hacı Bayram Velinin,
Fâtih: Akşemseddin’in,
Yıldırım: Emir Sultan’ın,
Yavuz: İbni Kemal’in,
Kanûnî; Ebussud Efendinin… yar-i sadıkları olmuşlardır.
Osmanlının bir enteresan geleneği de; Allah Resûlünün isimlerinden birisi anılanca ellerini kalplerinin üstüne götürmeleridir. Şimdi bazılarımız bunun mânâsını bilmeden uygulasa da, sebebi şu imiş: Allah Resûlünün ismi anılınca, heyecan ve mânevî etkiden dolayı hakiki müminlerin kalbinde bir titreme, bir hoplama olurmuş. İşte bu dışarıdan görülmesin ve işin içine riya girmesin diye kalplerinin üstüne ellerini götürürlermiş.
Anadolu’da İsimler:
İnsanlar; kendilerinden bir parça olan yavrularına, kan bağları olan ecdâdlarının veya çok sevdikleri kişilerin isimlerini vermektedirler. “Peygamberler ümmetlerinin babası” telâkki edildiği ve bu Millet Peygamberini çok sevdiği için, neredeyse doğan çocuklarının üçte birine Mehmed ismini vermiştir. Bu isim Muhammed’den çevirmedir.
Muhammed ismine bir küfür, bir hakaret olmasın, Ruh-ı Muhammedi incinmesin, şâyet böyle bir terbiyesizlik olursa, inançlı insanlar tarafından âbâ ve ecdâdına veya Peygamberine küfredildiği şeklinde algılanıp kavgalar, kıtaller çıkmasın, cemiyette huzur ve sükûnet bozulmasın diye ecdâdımız Muhammed ismini Mehmed’e çevirmiştir.
Dipnotlar:
1- Ö. Tuğrul İnançer, “Muhabbet Peygamberi Hz. Muhammed”, Sufi Yay. İst.2010, s.77.
2- Buhârî, İlim 10; Ebû Dâvud İlim 1.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.