OSMANLILARIN PEYGAMBER SEVGİLERİ (6)
03 Ekim 2018, Çarşamba 09:18Nakîbü’l-Eşraf:
İslâm terbiyesinde Hz. Hasan soyundan gelenlere şerîf, Hz. Hüseyin soyundan gelenlere de Seyyid denir. Nakîbü’l-Eşraf; Hz. Peygamber’in sülâlesi mensuplarının işleriyle meşgul olmak üzere, İstanbul’da görevlendirilen kişiler için kullanılan bir tabirdir. Ehl-i Beyt’ten (Peygamber soyundan) olanlara Osmanlının her devrinde son derece hürmet ve saygı gösterilmiştir.(1)
Kendilerine âit işlere bakmak üzere içlerinden biri reis tayin edilmiş, Nakîbü’l-Eşraf (Şerefli insanların vekili) mânâsına olan bu reis; Peygamber sülâlesi mensuplarının işlerine bakmış, neseplerini kayıt ve zapt etmiş, doğumlarını, ölümlerini deftere geçirmiş, onları anormal (onur kırıcı) işlere girmekten ve kötü durumlara düşmekten alıkoymaya ve haklarını korumaya çalışmıştır. Arzu ve isteklerini Pâdişaha ve ilgili mercilere bildirmiştir.
Fey ve ganimetten (devlet yardımı ve savaş ganimetleri) kendilerine âit hisseyi alıp aralarında dağıtmış, sülâleden olan kadınların, dengi olmayanlarla evlenmelerini engellemiştir. Yani Nakîbü’l-Eşraf Peygamber sülâlesinin, aile efradının umûmî bir vâsîsi hükmünde idi. Yıldırım zamanında yani Osmanlı’nın ilk zamanlarından i’tibâren “Nakîbü’l-Eşraf” tayin etmişlerdir, Pâdişahlara onlar kılıç kuşatmışlar, “duaları makbul ve müstecâbdır” düşüncesiyle onlara dua yaptırmışlar,(2) onlara son derece saygılı davranmışlardır.(3)
Ayrıca Osmanlı devleti Ehl-i Beyt’ten olan kimselere devamlı maaş bağlamıştır.(4) Osmanlı İranla yaptığı ve gâlip geldiği birçok savaş sonrası yaptığı antlaşmalarda koyduğu şartlardan biri de; “Şiilerin Ehli Beyte yani Peygamber soyuna küfretmemeleri, hakarette bulunmamaları” şartı olmuştur.(5)
Halbûki Hz. Peygamberin vefatından 100 sene sonra Abbasî’lerin yaptığı muâmeleye bir göz atalım: Siyâset gözü kör kulağı sağır eder. Emevîler ma’lum büyük bir ehli beyt düşmanlığı yapmışlardır. Ardından gelen Abbasoğulları yani Abbasiler de yine aynı sülâleden olmalarına rağmen aradaki siyasî rekabet yüzünden Ehli Bbeyt düşmanlığı yapmışlardır.
Abbasi Halîfesi el- Mütevekkil Alallah (Hilâfet dönemi: 232-247) Mu’tez ve Müeyyed isimli iki oğlunu yetiştirmesi için devrin meşhur âlimi Yakub b. Sekit’i görevlendirmiş, bir müddet sonra hocaya sormuş; “benim bu iki oğlumu mu çok seviyorsun, Hasanla Hüseyini mi çok seversin?” demiş, âlim de: “Ben değil Hasan ile Hüseyin’i Hz. Ali’nin kölesi olan Kanberi bile senin çocuklarından daha fazla severim” deyince Mütevekkil emir vermiş etrafındaki insanlara çiğneterek onu öldürtmüştür.(6)
Kutsal Beldelerdeki Kaleler ve Kışlalara Bayrak Dikmemişler:
Osmanlının temel prensiplerinden biri de şu idi ki; Harameyn işlerine hiç karışmazlar ve onları Ehl-i Beyt’in idâresine bırakırlardı.
Bunu şu örnekle daha iyi anlayabiliriz. Bir gün Osmanlı ulemasından bir kısmı Vezîri-i Azam Piri Mehmed Paşaya derler ki, “Ne olur Sultanımızı ikna etseniz de Anadolu’dan Mekke ve Medîne’ye kadı gönderilse.” Piri Paşa da bu konuyu yazıp Yavuz Sultan Selime bildirdiğinde O’na şu cevabı verir: “Yeryüzünde İslâmiyet yayılalı 900 yıldan ziyade oldu. Mekke Cenâb-ı Allah’ın haremi, Medîne ise Hz. Peygamberin başkentidir. Bu zamana gelene kadar onlara taşradan kadı gönderilmiş midir? Mekke ve Medîne’nin pâdişahlığı (idâresi) Hz. Peygamber evlâd-ı kiramı ellerindedir. Ben o memleketleri asker çekip almadım. Onlar edep ve saygı ile bana itaat ettiler ve tam bağlılık gösterdiler. Bu şerefin mükâfatı bana lâzımdır. Allah’ın bana bir lütfu ve ihsanıdır ki, Mekke ve Medîne’de bayramlarda ve hutbelerde benim adım anılmaktadır. Bunun için Allah’a ne kadar hamd ve senâlar etsem azdır. Bundan duyduğum mutluluğu bütün dünyanın pâdişahlığına değişmem. Harameyni’ş- Şerîfeyn Mekke ve Medîne halkına her ne çeşit gayret, şefkat, yardım lâzım ise esirgeme göster, ver, sakın ha sakın Mekke ve Medîne işlerine müdahale etme.”(7) Bu tehditkâr emirlerden Kutsal Beldeler ve Ehl-i Beyt hakkında Yavuz Sultan Selim’in ne kadar hassas ve hürmetkâr olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple Yavuz döneminde buralara çok büyük hizmetler verilmiştir.
Diğer pâdişahlar da Hâkimü’l Harameyn değil, Hâdimü’l Harameyn olduklarının bilincinde oldukları için, dinlerine ve Peygamberlerine hürmeten Mekke ve Medîne kale ve kışlalarına hâkimiyet alâmeti olan bayrak diktirmemişlerdir.(8)
Dipnotlar:
1- Esat Efendi, a. g. e. s. 143.
2- Bakınız:M.Zeki Pakalın,“Osmanlı Târih Deyimleri ve Te¬rimleri Sözlüğü”,İst.1971,c.2,s. 647.
3- Esat Efendi, “Osmanlıda Töre ve Törenler”, Tercüman 1001 Temel Eser, İst. 1979, s. 143.
4- “Mevlâna Güldestesi”, Konya B.Şehir Belediyesi yay. No:8, s. 126.
5- Ahmed Şimşirgil, “Kayı-5”, Timaş Yay. İst. 2013, s. 133.
6- İhsan Süreyya Sırma, “Abbasiler Dönemi”, Beyan Yay. 165, İst. Târihsiz, s. 96.
7- Ahmed Uğur, Târih ve Medeniyet Dergisi, sayı, 46, s. 62.
8- C. Yıldırım, a.g.e. s.395.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.