OSMANLILARIN ŞEFKAT VE MERHAMETLERİ (1)
29 Ekim 2018, Pazartesi 08:52Osmanlı Merhameti:
Osmanlı Adâleti ve Osmanlıda Savaş Adâleti gibi başlıklarda dedelerimizin şefkat ve merhametinden bir nebze bahsetmiş, misaller vermiş idik. Burada biraz daha detaylı, müstakil bir başlık altında incelemeyi uygun bulduk.
Osmanlı her hususta Müslim gayri Müslim tefriki yapmadan, hattâ hayvanlara bile ne denli şefkatli olduklarını incelemiş, sâdece bir hususta, devletin zevâli ve bölünmesi hususunda katı ve acımasız olduklarını, onların kırmızı çizgilerinin devletin birliği ve bütünlüğü olduğunu zikretmiş idik. Bu hususun haricinde, yerli ve yabancı, din ve mezhep taassubu olmayan târihçilerin ittifak ettiği gibi dünyanın en merhametli ve şefkatli insanlarıdır.
Devlet-i Âliyye'nin kurucusu Osman Bey'in vefat ederken oğlu Orhan Bey'e : "Ben ölüyorum; Fakat esef etmiyorum. Çünkü senin gibi bir halef bırakıyorum. Âdil ol, iyi adam ol, merhametli ol. Bütün tebaanı müsavat (eşitlik) üzre himâye et.” Diye vasiyet ettiğini ve dünyada yavrusuna en merhametli hayvanın Hüma kuşu olduğunu, tebaâsına en merhametli devletin de Osmanlı olduğundan dolayı Osmanlı sarayına hüma kelimesinden gelme Saray-ı Hümâyun dendiğini Alman târihçi Von Hammer’in eserinden nakletmiş idik.(1) Şimdi Osmanlının kendilerine ve başka milletlere karşı olan merhametlerine bazı misaller arz edelim:
Kendi Milletine Merhametleri:
Rus hududundaki Özi kalesinin Ruslar tarafından alındığını, halkın, çoluk, çocuk, kadın, ihtiyar demeden herkesi kılıçtan geçirdiklerini anlatan bir mektubun okunmasını dinlerken Sultan l. Abdülhamid o kadar üzülmüş, o kadar strese girmiş ki, beyin damarları çatlamış felç geçirmiş ve neticede vefat etmiştir.
Hudutlarda işlerin iyi gitmediğini duydukça, oralardan haberler geldikçe; “...Ekdar ve efkârımdan uyku gözlerime haram olmuştur” der ve büyük ıstıraplar içinde kıvranırmış, neticede vefatı da yine bu acılar sebebiyle olmuştur. Sultan 3. Mustafa’nın da aynı sebepten vefat ettiği târihî rivâyetlerdendir.(2)
Osmanlıda kasaplar birkaç seneye bir kasaplıkları bıraktırılır, başka işlerle meşgul olmaları sağlanırmış ki; şefkat ve merhamet duyguları tamamen körelip dumura uğramasın diye. Bu kadar ince düşünen, bu kadar âli duygulara sahip bir millet.(3)
Deli denen ve aleyhine birçok iftiralar uydurulan Sultan İbrahim’in tebdil-i kıyafet ederek İstanbul’da dolaştığını, halkın ekmek almak için fırın önünde kuyruk beklediğini görünce, saraya döner dönmez Sadrâzama: “Sen ki lalamsın. İstanbul’da fırın önlerinde halkı kuyrukta beklerken gördüm. Tebea-i Şahanemden hiç birisinin ekmek almak için kuyrukta bir dakika bile beklemesine rıza-yı şahanem yoktur. Bir hoşça mukayyet olasın” diye ferman yazdırmıştır.(4)
İsveç elçisi D’ohson’un değerlendirmesiyle; “Türkler savaşta ne kadar sert, ne kadar mağrur ve yırtıcıysalar, barışta da o kadar sakin ve merhametlidirler.” (5)
Timur en büyük zulmünü Şam’da yapmış, nerdeyse taş taş üstünde, baş baş üstünde bırakmamış, bunu da Şamlıların Ehli Beyt’e yaptığı kalleşlik yüzünden yaptığını söylemiş ve zaman zaman “Ben dünyada zâlimlerin başına musallat ettiği Allah’ın adâlet kılıcıyım” yani Allah benim vasıtamla zâlimleri cezalandırır dermiş, Şam halkı belki merhamete gelir diye ne kadar çocuk varsa takriben 10 bin çocuk toplayıp Timur’un ordusunun önüne çıkarmışlar ama o askerlerine emir vermiş ve bu çocukları atların ayakları altında ezip öldürtmüştür.(6)
Osmanlının sicilinde ise aslâ böyle zâlimlikler yoktur. Onlarda gayri Müslimlerin çocuklarını, insana olan büyük ihtiyacından dolayı toplamışlar ama köle gibi kullanmak veya öldürmek için değil, okutup, tahsil ve terbiyelerini sağlayıp, ilim, irfan ve sanat sâhibi yapıp devletin en üst kademelerinde görev vermek için bir metot geliştirmişlerdir. Eğer Osmanlı merhamet sâhibi olmasaydı bugün Balkanlarda bir tek Hıristiyan’ın olamayacağını insaflı Batılı ilim adamları ve târihçiler itiraf etmektedirler.
Gayri Müslimlere Merhametleri:
Biraz radikal bir değerlendirme mi bilmiyorum ama Yavuz Bülent Bâkıler şöyle der; “Türk milletinin başkalarına karşı aşırı hürmet ve haklarına saygılı fakat kendi evlatlarına karşı o derece şefkatli ve merhametli değildir. Birinci Dünya Savaşında İzmir’den girip Polatlıya kadar gelen ve târihin hiçbir zaman şahit olmadığı tecavüz, terör, zulüm ve katliamlarını yapan Yunan ordusunun baş komutanı Trikopise, esir edildikten sonra fiske vurmayan ve vurdurmayan adamlar, Menderes gibi bir vatan kahramanını ne zulümlerle idam ettiler gördük.”(7)
Dipnotlar:
1- Von Hammer, a. g. e. c. 1, s. 67, 88, 92.
2- İlber Ortaylı, “Osmanlı Sarayında Hayat” Yitik Hazine Yay. İst. 2008, s.176; Yılmaz Öztuna, “Büyük Türkiye Târihi”, Ötüken Yay. 1977, c. 6, s. 350; c. 7, s. 19; c. 9, s. 446.
3- Tekin Kılıç, “Osmanlıdan Torunlarına Hayat Düstûrları”, Gelenek Yay. İst. 2011, s. 65.
4- Târih ve Düşünce Dergisi, Ağustos 2000 sayı 10.
5- Ömer Fâtih, Târih ve Düşünce Dergisi, Mayıs 2004, sayı 49, s. 39.
6- İbni Arabşah, “Acâibü’l Makdûr-Bozkırdan Gelen Belâ-Timur” Selenge Yay.İst. 2012,s.267.
7- Yavuz Bülent Bâkıler, “Gidenlerin Ardından”, Türk Edebiyatı Vakfı Yay. İst. 2006, s. 53.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.